23 Aralık 2012 Pazar

Gelin Sohbet Edelim...


     Bazı yaşanmışlıkları, hataları, doğruları, insanları, yaptıklarını, yapacak olma ihtimallerini gördüklerimizi unutuyoruz.Aslında affedip unutmuyoruz ama bir süre aklımıza da getirmiyoruz.Yarın ne yapacağımızı unutuyoruz.Defalarca aklımızdan geçirmemize rağmen 'Yarın önemli bir şey vardı da neydi? ' diye kendi kendimize soruyoruz.Biri bize sırf gösteriş olsun diye bir iyilik yaptığında o an o kişinin tüm geçmişini silebiliyoruz e insan oğluyuz, yumuşak huyluyuz  ya da bazen sadece çıkarlarımızı düşünüyoruz. Aslında geçmişimizi unutarak geleceğimiz üzerinden akademik olsun, arkadaşlık, aşk ve aile ilişkileri olsun, düşlerimiz, yapmak istediklerimiz olsun, bir bakıma risk alıyoruz.Ama bir önerim var artık , çok basit dört kelimelik; RİSK ALMAKTANSA NOT ALIN!
Artık üç tane not defteriniz olsun. Birini günlük yanınızda gezdiriverin. Küçük bir şey olsun.Dikkat çekmesin. Oraya gündelik hayatta karşılaştığınız ve sizi etkileyecek boyutta olan iyilikleri kötülükleri, isimleri, önemli tarihleri(sınav tarihi, doğum günü, iş görüşmesi, öğretmenle görüşme vs), aklınıza gelen şarkıları, sözleri, hayalleri, planları not edin.Akşam eve gidin sonra.Çok zor değil 5 dk nızı alır veya almaz.Diğer iki defterinize bunları kategorilerine ayırarak geçirin.Kalan ikisinden birinin önüne iyilikleri, arkasına kötülükleri, diğerinin içine de önemli tarihlerinizi, mesela iki gün sonra neyi unutmamanız gerektiğini filan not edin yeniden..Sonra o unutmamanız gereken şeyleri yaptıkça tik atın da kendinizle gurur duyun.Baktınız üç tane defter tutmak zor geliyor size, varsın bir tane defteriniz olsun, siz yeter ki notunuzu yazın.
     Bazı bahanelerimizin çok mantıklı olduğunu düşünüyoruz.Diyoruz ki ' Evet evet böyle bir bahanem varsa kesinlikle  bu beni saklar, gizler, beni bir şeyleri yapmaktan , zamanımı, aklımı harcamaktan, yorulmaktan kurtarır.' Yok yaaa!
Öyle kolaya kaçmak yok Yağmur Hanım dedim sabah kendi kendime.Dün gece çünkü 'Uydurduğunuz bahaneler ceviz kabuğunu doldurmuyorsa, çekirdek kabuğunu denesinler.' yazmışım bir sosyal medya sayfasında.Gülmüşüm bir de böbürlenerek.O kadar kolay değil yapmamız gereken şeyler varken, oturup çekirdek çitlemek.Aslında  böyle bahaneler kurmaya yönlendirilmiş olabileceğimiz de aklıma gelmedi değil.Çünkü biz düşüncelerimizi, planlarımızı ve hareketlerimizi insanlarla sınırlı kılıyoruz.Yani bir biz varız, bir de diğer insanlar varmış gibi davranıyoruz.Kuşlar var, çiçekler, böcekler, köpekler, kediler, güneş, ay , yıldızlar, kahve var (buraya bir gülücük ), çikolata (buraya da kocaman bir sırıtma),uzaylılar (evet varlar bence), diğer gezegenler, araçlar gereçler.Yani bir tek biz /insanlar yokuz bu dünyada ve bir tek onları düşünmek zorunda değiliz bir şeylere kalkışırken.Ben hiç farklı bir şey yaparken 'İnsanlar ne der ' yerine ' Aa olur mu şimdi buna kelebekler  ne der?' diye düşünen olduğunu duymadım , görmedim, bilmiyorum.Veyahut siz bir şeye kalkışırken size ' Aaa evet bu mükemmel bir fikir kesinlikle yapmalısın her türlü desteğe ihtiyacın olduğunda yanındayım ' diyen insanların 'Tamam fikir güzel AMA şöyle bir durum da var, böyle bir şeyle de karşılaşabilirsin, bence çok riskli, benim adım negatif   falanlar filanlar' diyen insanlardan fazla olduğunu da duymadım, görmedim, bilmiyorum..Aslına bakarsanız bunları düşünmediğiniz zaman yol alıyorsunuz bunu bizzat kendim yaşadım da ondan anlatıyorum.Neden mi? Çünkü hayatta en zor şey, sizi anlamaya kulaklarını tıkamış insanlarla konuşmaya çalışmaktır ki kimseye kendimizi anlatmak zorunda olmadığımız halde. 
  
Umarım beni yanlış anlamazsınız, ay yok aslında ben şey, yok yok öle demek istemedim , yani ben demek istedim ki, of ama kötü anlamda değil iyi anlamda, (ay bak şimdi bunu yanlış anlayanlar ne düşünecek hakkımda) , arkadaşım dur bir saniye açıklamama izin ver Türk filmine dönmesin durum , aaa olmuyor bak ama , aman ne anlarsanız anlayın, ben kendi yoluma bakarım hıh...
İşte böyle ;açıklama yapmak çoktan bu düzen içerisinde  bir alışkanlık haline gelse de , insanların yolunuza odun, aklınıza sorun koymalarına izin vermeyin...İçiniz rahat olsun, enerjinizi gizlemeyin:)





16 Aralık 2012 Pazar

Karakter Meselesi

    Karakter 1 (Bundan sonra X olarak bahsedilecek) ,masadaki bardağı yavaşça tuzla karabiberin önüne itti.Başını kaldırdı ve Karakter 2 (Bundan sonra Y olarak bahsedilecek) ye baktı.
-Düşünsene , hayatımızın ve varlığımızın sadece bir bardaktan ibaret olduğunu.
Y  cevap vermedi.Çünkü biliyordu ki  söylediklerinin sindirilmesini bekler ve devam ederdi  konuşmaya hep.Öyle de oldu.
-Yani seçeneklerimiz var işte.Camdan yapılmış saydam bir bardak olmak veya porselenden içi görünmeyen  bir bardak olmak.Uzun veya kısa, ince veya kalın, renkli veya renksiz, şekilli şekilsiz olmak.Kalitemizi belirleyen markalarımızın, fiyatımızı indirip yükselten indirimlerimizin olduğu bir ortamda bulunmak.Yere düşünce kırılmak veya tamamiyle kırılmaz bir yapıya sahip olmak.Plastik olmak en basiti.Basit bir bardak olup kalabalık bir dünyaya sahip olmak veya afili bir hayata sahip olup basit bir kalabalığa, veyahut ikisinden biri olup yanlız bir hayata.
Y düşündü.Aslında kendisinin, orada sadece X in söylediklerini düşünmesi gereken bir karaktere ihtiyaç duyulduğu için  bulunduğunun farkında bile değildi.X parmağını bardakta gezdirerek konuşmaya devam etti .
-Aklımıza soktuğumuz veya bir şekilde oracığa giriveren düşünceler gerçekten bizim elimizde mi sence?Hani bir bardak olsaydı varlığımız, biz istemesek de onu ayranla veya rakıyla doldururlar mıydı?Hani su olsun istesek, sadece saf olsun istesek buna saygı duyarlar mıydı.Veyahut yok olsun istesek.Herşeyimiz tuzla buz olsun istesek bizi daha o paketimizden çıkarırlarken yere atsınlar ve bu hikaye başlamadan bitsin veya bambaşka yerlerde bambaşka tesadüflerle yeniden başlasın istesek..(Hani bazen eliniz ayağınız tutmayıverir ve elinizden bardak ,çanak, çömlek düşer ve kırılır ya , düşünün işte niye kırıldılar gereksiz yere:))Kısacası bulunduğumuz kabı , bizi tutan eli, içimize konan içeceği beğenmesek bizi yeniden dizayn ederler miydi? Hiç sanmıyorum.
Y daha nereye kadar sessizliğini koruyacağını düşünüyordu.Öyle ya düşünmek için oradaydı.
-Bizi gruplara ayırmaya çalışıyorlar.Bardak olsak da bu farklı olmayacaktı inan bana.Baksana şu masalara
 X bunu söylediği anda kafasını sağdan sola yavaşça döndürür , gözleriyle masadaki bardaklara,  aslında bardağı değil de içindeki molekülleri görmeye çalışırmış gibi bakar.
-Bak işte, hepsi aynı türde.Neden?Çünkü burası bir restaurant.Çünkü burası bir isim altında işliyor ve çatalından tut zeminine kadar bir  bütünlük göstermeli.E durum böyle olunca, bardakları da aynı görünmeli.Tıpkı bizler gibi.Bulunduğumuz yer neresiyse hayatımıza ve karakterimizi işlemeye öyle devam etmeli.Neden diye hiç düşündün mü?Neden senin dünyana bir başkası yön vermeli?
Y tam ağzını açacak tı ki, diğeri lafı ağzına tıkadı, sus , düşün sadece ...
-Evet ,işte böyle.Bir de merak ettiğim bir şey daha var.Bir bardak olsaydık biz, yani hayatımız bizim bardaklığımızdan ibaret olsaydı şayet, kimin elinde olmak isterdin hiç düştü mü aklına böyle bir soru?Eskiden olsa herkes kralın bardağı olmak  isterdi belki.Bir ihtimal de kralın kızının olabilirdi.Kimin poşetinde olmak , nereye yocluluk etmek isterdin? Senin diğer eşini, parçanın takımını nerede bulabileceğini düşünürdün?Hatta hatta dur bir dakika , sen tesadüfleri sever misin?Mesela yolculuktaydım ben , düşüncelerimde.Rastgele önüme çıktın.Sen ister miydin benim bilinçaltımdaki Y karakteri olmayı, zannetmem. Ama oldun. İtiraz da etmedin.Kader diye mi kabullendin yoksa bunu yaşaman gereken bir tesadüf olarak mı gördün?Gerekli midir yaşamak?Belki küfrediyorsun kendine 'ahh seni kendini bilmez Y , nereden çıktı da bu kadının düşünce yolculuğunda rotasına girdin ' Haklısın çok üstüne gittim.Bağışla beni, biraz düşünceliyim.
-Peki eğer bu bir tesadüfse , aynı rotada olmamız, aynı notayı basmamız , eğer ki tesadüfse sence bu en iyisi midir? <Hayattaki en ender tesadüf bu mudur> sana göre?
.Y hala yapması gereken şeyi yapıyordu.Bu sefer iç sesine karşı koyamadı ve daha yüksek sesle sorguladı.
- Belki evet. Ama bence bu tesadüfü elde ettikten sonra aynı kişilerle bambaşka tesadüflere de sürükleyebilir hayat.İşte o zaman yargılayamazsın hani nerde neden , nerde sonuç, nerde sebep.< Yoksa algıda seçicilik mi ihtimalleri tesadüf haline getirir kişinin gözünde> Yani birinin tesadüf olarak gördüğü bir karşılaşma , karşılaştığı kişinin çok öncelerden beri kurduğu bir plan olabilir mi gerçekten?
X sıkılmıştır bu uzun bekleyişten.Y nin düşünmesi gerektiğini kendi istemiştir halbuki.Şimdi de biraz korkmaya başlamıştır, ya gereğinden fazla düşünürse.Öyle ya o zaman tamamiyle kendini bulursa belki X i de atabilirdi dünyasından Y.
-X tam ağzını açıp Y nin iç sesini susturacakken , Karakter 3 (Bundan sonra garson olarak adlandırılacaktır) gelip X in ta en baştan beri kurduğu benzetmeye yardımı olan bardağı alır ve götürür.X sinirlenmiştir.Ne münasebetle onun hayat yerine koyduğu bardağı ,garson bir soru bile sormadan alıp gitmiştir.Garsonu geri çağırır.
-Çok afedersiniz ama bir şey sormam gerekiyor, neden bardağımı bana sormadan alıp götürdünüz beyfendi, belki daha masamızda kalması gerekiyordu?
Garson şaşırır, düşünür (İşte tam da X in istediği şey) ve cevap verir;
-Bardağınız boştu ve ben de daha fazla masada kalabalık etmesin diye alma gereği hissettim.
-X başını eğer, yutkunur ve kafasını kaldırıp şöyle der,
-Gerçekten bir şeyleri sonuna kadar bütün lezzetiyle içmek isteyen insan, son damlasına kadar da olsa içmeyi ve tatmayı amaçlar ve bütün bunlar olurken, bardağı, yani hayatı önünüzden hiç bir şey yokmuş gibi çekip alacak olan insanların , nezaketen de olsa daha devam edecek miydiniz diye sorabilmesi çok ince bir noktadır.
  Garson anlamış gibi kafasını hafifçe sallar,' haklısınız, sormam gerekirdi, başka bir şey içer miydiniz?'
  Bu sefer Y sinirlenmiştir.Kendisi başından beri X in söylediği her şeyi dikkatle dinliyor ve sonuna kadar mantıklı düşünmeye çalışıyordur ama bu garson daha ilk cümleden beri düşünmemek için yemin etmiş gibidir adeta.Sonunda Y de gerçek olduğunu, sadece düşünmesi gereken bir karakterden ibaret değil, konuşmanın her dakikasında biraz daha gerçeğe dönüştüğünü hisseden bir karaktere, bardağa(işte siz ne derseniz deyin o'na)  dönüştüğünü farkeder.Kendini tutamaz ve garsona dönüp,
-Hadi ama gerçekten bu bir oyun değil , anlamamış olman imkansız, 'bardağımdaki son damlayı dahi olsa içmek istiyorum 'diyor, başka bardaklar veya çeşitli içecekler değil.
<Doğru sorunun alamayacağı cevap yoktur> diye düşünürken X , Y deki gelişmeye de şaşırmış gözlerle bakıyor.
-İşte gördün mü Y , ben yine boşa konuşmuşum anlayacağın.Seni ve beni biz güzelce oluşturuyoruz, düşüncelerimizi şekle sokuyoruz, bardaktan ibaret tutttuğumuz hayatımızı karakterlerimizle anlamlı hale getiriyoruz, sonra biri geliyor, tek bir hamlesiyle her şeyi başa sarabiliyor. Ve o biri , nelere zarar verdiğini veya ne emekleri hiçe saydığını hiç bir zaman  bilemiyor. Çünkü düşünemiyor.
Y sonunda konuşabilecek olsa da ağzını açıp tek kelime edemez. Usul usul ağlamaya başlar , sessizce.X e güçsüz biri olmadığını, ama bütün bu konuşmanın, hayatı sorgulamanın, sadece düşünüp hiç konuşmamanın kendisini farklı bir duyguya soktuğunu, anlatmaya çalışır.Kem eder, küm eder, yok anlamlı bir kelime çıkaramaz harflerinden.Sonunda X durumu farkeder ve onu rahatlatmaya çalışır,
-Üzülme, bazen en güzeli cam bir bardak olmaktır.Dikkatli olunmazsa kırılır, içine konulan sıvı neyse onun rengini alır, sanki öyleymiş gibi algılanır.Anlatamasan da görürüm ben senin düşüncelerini çünkü <gözler ne renk olursa olsun, gözyaşları hep şeffaftır.>

13 Aralık 2012 Perşembe

2si 1arada:)

İkisi bir aradayken her şey makulmüş.
Kahkahalar, ağlamalar, sarılmalar,
Çok konuşurken birden susmalar.
Adeta kendiliğinden verilmiş bir karar...
O kadar fazlaymış ki ahenk
ve o kadar saydammış ki önlerine çektikleri kepenk
Her şey dımdızlak ortadaymış.
İkisi de rahatsız olmazmış,
Kim o an güçlüyse diğerini toparlarmış...

İkisi bir aradayken Türk Kahvesi daha köpüklüymüş.
Öyle ki içtikleri her yudumda,
Tattıkları her telvede ,
Konuştukları veya işte o sustukları her evrede
Aldıkları lezzet daha da şekillenmiş
Bakışlarındaki o enerji daha da alevlenmiş.
Çikolataya karşı direnip direnip,
Bir parça yemekten bile daha zevkliymiş..
E tabi sonra birinden biri bu durumdan işkillenmiş.
'Yahu ben böyle değildim,nedir bizim bu yerden kesilmiş hallerimiz?'
Diğeri düşünmeden cevap vermiş
'Eskisinden daha iyi, bir de bunu deneriz.'

İkisi bir aradayken her şey daha erişilebilirmiş.
Birinin yetişemediği yerde öteki devreye girermiş.
Işığının azaldığı yerde diğeri daha güçlü seyir edermiş.
İkisi bir olunca oluyormuşsa bütün bunlar,
Onlara ikisi bir olsunlar yetermiş.








4 Aralık 2012 Salı

İki Yol Vardır Genelde...

(Öncelikle arka fonda bu iyi gider:) - http://www.youtube.com/watch?v=2bF6QipA3iQ )

Bütün rüzgarlara söylemek mi daha iyi, yoksa taşın altına saklamak mı?
Sonra nasıl görünür dünya gözüme?
Sonra her taşın altından o gerçek çıkmaz mı inadıma?
Bilemedim.
Bu işi çözemedim.
Zaman mıymış çaresi,
Karar veremedim.
Gökyüzü daha anlamlı geliyor imkansızlıklardansa....
Mesela oradaki kopan, hep hayali fırtına,
Rüzgar hep hayali, ellerimle çeviriyorum eseceği yönü...
Sonra o altına hayatımı sakladığım taş...
Bir türlü, tam anlamıyla kavrayamadığım
Ön planda olmayı seven bu karakterden bile
Bir türlü dışa vuramadığım bir durum.
Bu aradığın ve dünyayı değiştirebilecek gücü  olduğuna inandığın değerli bir taşı bulup ona dokunamamak gibi bir şey.
İnternete girip görebildiğin,insanlara sorabildiğin, telefonunla başkasına anlatabileceğin gibi değil,
Kendine bile anlatmak için günlerce iki düşün bir daha düşün dediğin bir şey.
Şimdiye kadar kimsenin kullanmadığı bir kelimeyi bulup, cümle  içine koyamamak gibi bir şey.
Çaresizlik değil bu , aslında tam tersi belki de çaren olabilecek bir şey.
İlham gibi bir şey.
Yaşamayan bilemez ilham almak nedir, nasıl bir haz verir.
Tabi yaşamayan, insanın süper egosunun insanı nasıl da girilmeyen deliklere sokacağını  da bilemez.
Eşi benzeri olmayan bir durumun insanları ne hallere sokacağını da.
Peki ya zor mu gerçekten < iki üç saçma kural> çıktı diye kendini dinleyebilmek veya kendi dünyanda çaldığın müziğin sesini biraz daha açıp notaların keyfini çıkarabilmek?
Eğer ki girilmeyen ne kadar delik varsa hepsine girmişsen görünmez olmak, o dünyaya kendini unutturmak için , zor evet!
İçindeki duyguları yaşamanın iki yolu var(Duygu dediğin öfke de olabilir ,bir evlat sevgisi , akademik hırs, başarı, haz, veyahut aşk <tabi ki nasıl unuturum> , şefkat vs. de) 
İçinizden bir duygu tutun ve onu ferah bir nefes alabilmeye eşitleyin.Diyelim ki bir tepeye çıktınız, dağa, hatta Toroslar'a filan ve şehrin o kirli havasından uzakta uzun süredir ilk defa ferah bir nefes alabiliyorsunuz.İlk defa diyorum ya ilk defa!İstiyorsunuz ki herkes sizin ne kadar temiz hava aldığınızı öğrensin, onlar da alsın istiyorsunuz..Hayırdır yine yüzün gülüyor diyeceklerine yine mi temiz bir nefes aldın desinler istiyorsunuz.İşte bu aşamada iki yolunuz var. Ya haykırırsınız dağa , taşa, denize, toprağa, kuşa aldığınız nefesi verirken, ya da rüzgara fısıldarsınız.Sonra o gider başka bir rüzgara fısıldar ama değiştirir biraz hikayenizi.Sonra o diğerine anlatır, sonra o değiştirir filan.Oldu mu sizin ferah nefesiniz yine simsiyah karmakarışık bir nefes.
Dedim ya yaşamayan bilmez.
E o zaman niye anlatıyorum değil mi?:)
Fikir alsınlar diye, çok uzun sürmez.
Bütün rüzgarlara söylemek mi daha iyi.yoksa bırak rüzgarları kendine bile söylememek mi?
Ya da söyleyip ne halim varsa görmek mi?
<Mecazi patlayan bir kalple> daha fazla sabit durabilecek miyim sanki?




29 Kasım 2012 Perşembe

ZİNCİR(SİZ)!

   


   Susmayın, susayın;En azından onun çaresi var;)
  ÇÜNKÜ;


   İçinizde kalırsa, ömrü billah çıkmaz o düşünceler.Çünkü yarattığımız duvarlarımızdan çok, kırmaya çalıştığımız zincirlerimiz vardır.Duvarlar aşılır.Bir sandalye koyup, veyahut bir merdiven dayayıp çıkarsınız, bir büyük makine getirir yıkarsınız.Ama sizi saran zincirlerden öyle kolay kaçamazsınız.Bu yaşınıza gelene kadar , her yaşadığınız olayın, her düşlediğiniz hayalin, dışarıdaki görüşlerin, 3.tekil ve daha nicelerinin tutsağı olmuşsunuzdur kabul etmeseniz de.Bu bir hata değildir, doğanın kanunu gibi düşünün işte.Siz ne kadar savaşınızı verseniz, içinizi açsanız, doğruyu düşünseniz de o zincirleri kırmak bazen yürekten çok yardım ister.Tabi konu yardıma kadar gelince, gurur yapmayın yeter.
   İçinizde kalmasın düşünceler.Yeni yeni ortaya çıkan garipsenecek hisler, gözyaşları, sivri diller....Çünkü korku doğurur gitgide açığa çıkmayı bekleyen bir takım durumlar.Pek yardımcı değildir bu zamanlarda, kapıların ardına gizlenmeler, içten içe hislenmeler,birilerinden iğrenmeler, 'dağ dağa küsmüş, dağın haberi yok' gibisinden gücenmeler ve daha niceleri.Aslında tüm  olup biteni üç maddeye indirebiliriz;
-Hatalıysa arayın o kamyoncuyu
-Yetenekliyse yolunu açın
-Başardıysa tebrik edin, 
 ama bunları gözle görülür,kulakla duyulur, veya yürekle hissedilir şekilde yapın.Yoksa kendi bencilliğinizde iki ileri bir geri devam etmeye razı olmuşsunuzdur.Olayları kafanızda büyütmeyin.Öyle her şeyi paketleyip etiketini yapıştırıp kargoya vermeyin.İçeriğini iyice inceleyin.Hiç bir durum çözümsüz değildir  bu evrende, olmuyorsa muhtemelen  o paketi gönderme zamanı gelmemiştir.Üzülmeyin illa ki günü gelir , çünkü imkansızlıklar insanoğlunu yaratıcı çözümlere yönlendirir...



17 Kasım 2012 Cumartesi

ÜFLEYİN GİTSİN!

ÜFLEDİM GİTTİ!

Aslında olmaz da , ama hani bir ihtimal olur da ne düşündüğümü merak ederseniz diye anlatacağım aklımdan geçenleri, birazcık hissettiklerimi, çokça üzüldüklerimi , hani benim gözümden dünyayı ,sizi...Belki  bazı söylediklerim  hakkınızdadır, belki bazı eleştirilerim biber tadındadır.Sizi balona bindirtip tüm şehri dolaştıracak tatlı mı tatlı sözlerim de var ama zamanla bunlar hep. Hani olur da kale alınırsam bilin ki kimse annesinin karnından mükemmel doğmamıştır.Lakin bakınız mutsuzuz.Konuştuğum   üç kişiden iki kişi mutsuzuz. Ben o üç kişilerle konuştukça ve o iki kişinin biri hep ben olunca sonra dönüp bir de bu durumu kendi iç kişime sorunca bu durumların düzeleceğinden ben bin kat daha  umutsuzum.Sonra ufak bir gözlem yaptım.Ufacık.Yani okuduğum üniversiteyle, yaşadığım çevreyi kapsayan bir gözlem alanı. Öğrendim ki kendimizi dünyanın merkezi sansak da o devir geçti kapandı bitti.Başkasının yaptıklarına saygı duyulmayan, insanların kendisini güncellemediği, geçmişe takılıp kalıp, geleceği düşünmekten yorgun düşüp, ufacık bir olayı takıntı haline getirip, bol bol  zaman katili olup, sonucunda verimli olamayıp, mantık dışı, seviyesizlik içi , öğrenme arzusundan uzak, ama dedikoduda bilirkişi, öksürürken boğulsa bile suyunu içmeye üşendiği bir dünyada düşünsel olarak bir hayat yok.Tavuk gibi yaşayıp tavuk gibi ölmek açıklaması bile iyimser kalırdı bu duruma.Ateş olsak  cirmimiz  kadar yer yakabileceğimiz bir durumdayken bütün cümleleri kendimize yönlendirmenin sebebi çok ama sağlıklı bir açıklaması yok.   
          Neden mutsuzuz, ya da mutsuzlar,bazıları neden çizginin öbür tarafındalar? 
     
    -Dersleri/işleri dışında zamanlarını harcadıkları bir meşgaleleri yok.Hobi(hobby) sadece bir saç jölesi veya şampuan markası değildir.Sürekli uğraştığınız veya çalıştığınız sorumluluklarınızın dışına çıkıp bazen kafanızı boşaltmanız gerekir.Kafanızı boşaltmak uyumak veya biriyle yemeğe çıkmak da değildir.Beyniniz sıkılmış olabilir.Ona uğraşacağı başka şeyler verdiğiniz zaman , gün gelir sizi anlayabilir.Bu bir koleksiyon , bir müzik aleti, bir kurs, bir gazete müdavimliği , bir şarkı, bir kitap, şiir, spor, yemek yapımı vs olabilir.   
        - Bir diğer sebep de aynı insanlar.Kendinize bir insan belirleyip onunlar aklınızdan geçen, hayal ettiğiniz ve planladığınızı her şeyi yapmaya çalışmayın. Bırakın yedi günün 24 saatinin  bazılarını ayrı geçirin hatta bazen hepsini, hatta bazen üç katını filan. Çünkü bu hep böyledir. Karşınızdaki insanla oturduğunuzda aynı konuları konuşmaya başlamış, güldüğünüz olaylara artık gülmemeye başlamışsanız o arkadaşlığın  son kullanma tarihi geçmiş demektir.Bir kısmımızın sürekli  görüştüğü üç beş kişiden başka arkadaşı yok.Çünkü olsun istememişler, çünkü o üç beş kişi onlara yetmiş, ama kaçırdıkları bir nokta var ki sadece üç beş kişi herkese yetmek zorunda değilmiş.İstedikleri kadar atıp tutsun, sözler versin insanlar, kimse kimsenin TEK arkadaşı olamaz ebediyete kadar.Bırakın bazılarıyla eğlenmek güzelse onu başka sebeplerden ötürü yargılamayın, eğlenin, gezin tozun ve gidip sırrınızı güvendiğiniz kişiye anlatın.Şimdi ben öyle herkese de hemen güvenmeyin diyeceğim de bin yıllık dostluklar beni yüksek mahkemede yargılayacaklar diye tırsıyorum:)   
    -Zamanım yok diye sızlanmayın.Çevremde bazıları var hiç oturmuyor, bazıları var çok oturmaktan bile sıkıldım diyor.Hangisi doğru bilinmez ama savunduğum bir şey var ki üşenmek insanı yaşlandırıyor.Aklınıza bir şey geldiyse, dışarı çıkıp bir sorunu halletmeniz gerektiyse, aradığınız peynir bu markette değil iki sokak ötekindeyse üşenmeyin. Enerjinizi toplayın ve işlerinizi halledin.   -Çok özel bir sebebiniz yoksa insanların geçmişini inceleyip araştırmayın.O an tanıdığınız kişiye odaklanın ve o günden sonrasına bakın. Bu sizi yorar. Ona da afakanlar basar.Kafanızı bu durumlarla meşgul edip beyninizi yormaya gerek olmadığı gibi, daha önemli konular üzerinde düşünebiliyor olmanız da açık ve net hani.Bir de dedikodu yapmayalım artık, en azından bende çok kötü durduğuna kanaat getirdim , ama inanın biriyle paylaşmasak çatlayacaktık.   
  -Bir de nefret etmeyelim bence bu insanı mutsuz yapıyor,konuşmamak, selamlaşmamak , huzursuzluk katsayımızı günden güne arttırıyor.Şöyle yukarıda yazdıklarıma bir baktım da maddelemişim bir de sanki 'ben psikoloğum', sanki 'ben kişisel gelişim tarzı yazarım' der gibi olmuş.Yok aslında öyle değil.O an zihnimde geçenleri bir düzene sokmak gerekti.Çünkü bütün bunlar geçen gün okulun kafesinde kahve içerken gözlerimin önünden geçen farklı modellerdi.Halim komik.Yarın sınav var, benim parmaklar yine tam  klavyeye gidip gelmelik, işte öyle dedik, kahveyi önümüze çektik, yazdık çizdik. Evet çizdik. 
    Dediğim gibi kafalar karışık, karmaşığız.Ama ben artık olumsuz düşünen tarafımı tınlamıyorum.Radyoyu açıp onun sesini duyup, ama bir taraftan kendi işini yapmaya devam etmek gibi bir şey bu.İç sesiniz konuşur bazen olumlu bazen olumsuzdur.İnsanlar konuşur ve cümleleri bazen güldürür sizi bazen yerden yere vurur.Güçlü olmak onları duyarken elinizdeki işleri bitirebilmenizdir.Hayatınıza odaklanabilmenizdir.Başımıza her şey gelebilir ve her türlü kuş konabilir.Hangisini gönderip , hangisini değerlendireceğimizi bilmek gerekir. Kalite önemlidir.Yaptığınız işten, konuştuğunuz insanlardan, girdiğiniz mekanlardan kendinize bir şey katmadığınızı , artık onlara ihtiyacınız olmadığını aynaya itiraf edebildiğiniz anda, ipin ucunu yeniden kavradınız demektir.
    Durum böyleyken fazla söze ve aslında daha 98374389203948 de birini bile işleyemediğimiz halde fazla maddeye gerek yok.Rüzgar esti, fırtına koptu, saçlarım birbirine girdi, dudağımın üstündeydi, çok rahatsız ediciydi, ben de üfledim gitti...
  

12 Kasım 2012 Pazartesi

Dünya Varmış!

Günlerdir numara elinde bekliyordur şimdi bazıları, arasam mı aramasam mı, veya o arar mı?Ya da yemekle yememek arasında kararsızdır bir kadın elindeki çikolatayı, spor yapsam olur mu , kalorisi azalır mı?Yani şu soğuk havada denize atlasam mı,şu köprüdeki trafik felç olmuşken arabadan çıkıp nefes alsam mı, gece vurmuş 12 yi ama şimdi altıma kotumu geçirip dışarı çıksam mı,eski sevgiliyi ansam mı, kaybettiklerimi bir kenara koyup her yaşadığım günü hatırlasam mı diye düşünenler vardır.Tereddüt odaklı hareket edenler ,hani şu sandalyeye oturduğunda yeri kapılacak korkusuyla cama bakamayıp,havai fişekleri göremeyenler.. Şarkıları canlı dinlemek için yüz liralar dökerken, kendi iç sesini dinlemek için bir saniyesini veremeyenler vardır.Bir de kendinin olduğu kadar başkalarının değerini bilenler azdır, tercih meselesi olayını saçmalayıp hayatını çoktan seçmeli yapanlar da.Böyle sayfalarca okuyup okuyup , hiç bir şey anlamayanlar,içmiş olmak için içenler,dans edeceğine sevişenler,konuşacağına küfredenler,çiçeği anca dalından koparınca koklayabilenler vardır.Ama öte taraftan birisi bana dedi ki,
Birinin hep seni aramasını beklersen ömrü billah aramazmış,o çikolata elinde daha fazla düşünürsen, yemesen de kilo yaparmış.Kışın denize girenlerin sayısıyla, yazın girenlerin sayısı önümüzdeki zamanlarda birbirine yaklaşacakmış.Bazen eski sevgilinin de anılmaya, eski günlerin de yeniden yaşanmaya  ihtiyacı varmış...
Bir şeyi ne kadar çok istersen o kadar sana yaklaşırmış.Haberin olsun yorganın yerini bazen para bile  tutamazmış.Daracık caddelerden yürüdüm bugün kendi kendime,kıpkırmızı halılar  sırf benim için açılmış.
Sonra o biri dedi ki bana yine, şu ilerilerde bir yerde bir sürü mekan varmış.Oralarda değer verenim varmış ama benim değer bildiğim yokmuş.En azından bu durum   dışarıya öyle yansımış,Verilen sözler, yaşanan aşklar için zamanında hesap ödenmiş ama yenilip yutulanlar unutulmuş.Kavgalar gürültüler kopmuş, tartışmalar, sürtüşmeler yaşanmış,rüyalar kabus olmuş, kelebekler bataklığa girip çıkmış ama yine de doğru yol bulunmuş.
İşte sonra  uyanmışım ben...
Gidip hemen buzdolabını açmışım
Dolap bildiğin tam takır kuru bakırmış
Ama Allahtan köşede su kalmış
Oh be dünya varmış!

4 Kasım 2012 Pazar

'Zaman zaman , zaman zaman, ıımmmm o zaman'(Arka fonda bir Fikret Kızılok eseri ve tabi ki klavyenin tuş sesleri)

Darılmaca gücenmece yok.
Zamanı yeterince düzgün  kullanamıyoruz,
Sonra da , 7/24 ün yetmediğini savunup, salına salına dolaşıyoruz.
Sevinmece üzülmece yok.
Öyle kuru kuru yaşayıp gidiyoruz.
Bir lira fazladan kazanacağız,
Bir puan fazladan not alacağız,
Bir işimizi daha hemencecik bitireceğiz derken
Rüzgarın getirdiği dünyayı kaçırıyoruz.
Çalan şarkının içindeki gizli özneyi,
Yağan yağmurun neye bereket verdiğini
Sessizliğin bile tatlı seslenişini anlayamıyoruz.
Kullandığımız kelimeleri doğru sanıp,
Ne kadar uzun konuştuk o kadar iyi deyip,
Yazıp, çizip, karalayıp, hiç bir şeyi düzeltmiyoruz.
 E tabi silemiyoruz da !
Malum hayat bir pilot kalem,
Çekiliyor aradan mürekkebi biten...
Ne diyorduk 8/25 olsa ne güzel olurdu.
Ya da zaman bir kere olsa da yetse...
Kursları filan da var ya hani,
'Zaman Yönetimi' daha karizmatik olsun o zaman 'Time Management'
Yani benim 21 senede yapamadığımı yapacaklar.
Yok dalga geçmiyorum, harbi varsa öyle yapacaklar
Başka çare yok benim de icabıma bakacaklar.
Belki bir gün 24 saati dolu dolu yaşayıp
Bir anını bile verimsiz harcamadığımızda
Bonus saat verirler belli mi olur?
Bir yolunu buluruz elbet,
Sen haline şükret.

2 Kasım 2012 Cuma

Ah Kavanoz Dipli Dünya ...

     Kavanozun içindeki bir turşu kavanozu nasıl tanımlar; Der ki 'Bu benim dünyam, kaderim yani. Çıtır çıtır yenip gidecekken , benden daha farklı bir şey yapmaya, hayatta kalma süremi uzatmaya, kendimi sorgulamama sebep olup beynimi mahvetmeye karar verdiler'.
'Burası çok havasız' der. 'Yani ne iğdüğü belirsiz bir denizin içerisindeyim ve üstünü kapatmışlar.Ne içindekiler dışarıdaki dünyayı tanıyor, ne dışarıdakiler içeridekinin tadından başka şeye değer veriyor.İnsanoğlu bu işte, işine geldi mi beklemesini ve bekletmesini senden benden, yani domatesten salatalıktan daha iyi biliyor.Öyle ya turşu hemen yenilmez öyle, önce beklenir, aynı şarabın yıllar sonra kendini değerli sanan dudaklar tarafından içildiği gibi, tadına vararak tüketilir.'

     Şimdi  yazar  (yok efendim ne haddime  daha yazar olabilmemiz için kırk fırın ekmek yememiz lazım hani lafın gelişi) burada neyi vurgulamak istiyor?<hooooooppppp kameralar bir anda Pikatorya'ya dönüyor>
     "Benim adım Pikatorya(yani yukarıda yazar diye nitelendirdiğimiz başkaları tarafından da zaman zaman garipsenen  şahsiyet).Neyi anlattım acaba?
       Ne yalan söyleyeyim hiç bir düşüncemden tam olarak emin olamadığım gibi bunda da bir takım şüphelerim yok değil ama anlatacağım.Ya da  ip uçları sunacağım diyelim.
       Ben bir kavanozun içindeymişim. Kapağımı kapatmışlar.Zıplamışım zıplamışım.Sonra kafamı çarptığım yeri kendime zirve belirleyip daha ilerisine gidemeyeceğime kendimi inandırmışım.Ne dış dünyayı çok duymuşum, ne onlar tarafından anlaşılmışım.Sonra kapağımı açmışlar.Öyle bir nefes almışım ki bir ömre bedel.İçimde biriktirdiğim her şeyi yavaş yavaş söylemeye başlamışım.Sonra yine zıplamışım.Kapak açık olduğu halde önceki seviyelerimden daha yukarıya zıplayamamışım.Vardı ya lisede mutasyon konuları filan.İşte aynen onu yaşamışım.Öyle bir inandırılmışım ki bilinçaltım tarafından daha iyisi olamayacağına, bir süre durumu kabullenip yaşamışım.Sonra aradan zaman geçmiş.Ben elimdekilerin bana az geldiğini dahasını yaşamam gerektiğini, benim kurduğum hayalleri başkalarının değil benim gerçekleştirmem gerektiğini fark etmişim.Önce oturup ağlamışım.Başımı ellerimin arasına alıp ne yapacağım ben şimdi diye aldığım o nefesi hıçkırarak vermeye, geri kalanını da bünyemde biriktirmeye devam etmeye başlamışım.Çünkü ben kibarım ya, hani kimseye 'hayır' diyemem ,üzülmesinler isterim ya, o nefesi hiç istemediğim, üzüldüğüm, kırıldığım, sinir olduğum şeyleri insanlara söylemek için kullanmamışım.E görüyorum ki yazık olmuş. Ben ne kadar insanlara hoşuma gitmeyen hareketlerini başka yollarla, onlara zarar vermeden anlatmaya çalışsam da , başarılı olamamışım...Onların senelerdir ailelerinden almadıkları davranışları ben tek bir kibar hareketimle belki bu ince detaydan anlar sanıp kendimi kandırmışım.Şimdi kavanozdaki turşuyla ne alakası var Pikatorya diyebilirsiniz.Hep saptırıyorum konuyu işte. Demek ki o geri kalan nefesi bir anda harcamaya gerek duymuşum.
       Neyse bakalım.Ben yine hayallerimi kurmaya devam edeyim, ama daha az paylaşayım her şeyimi diyorum.Hani mutlu olduğum anların heyecanını bile paylaşacaksam bunu ciddi anlamda paylaşabilecek insanlara anlatayım, garip bir durum yaşadıysam, çok aşırı garip olmadıkça anlatmayayım ki her anlattığım garip durumla aynı muameleyi görmesin o durum.Ya da ne bileyim , bir şey oldu ve ben üzüldüm mü?Bir ben üzüleyim.Çünkü anlattıktan 5 dakika sonra konuyu, yani tüm konuya olan ilgiyi  kendine çevirebilecek potansiyellerle özelinizin bu kısmını paylaşmanıza hiç gerek yoktur. Yani Pikatorya artık sussun biraz.Yazacaksa yazsın da , yeri gelince sussun.Bazen fazla söz konuşulunca basit durur.Kavanozun dibini göreceğine dışını görsün biraz Pikatorya bir zıplasın, iki zıplasın ve kapağını aşsın.Taksın çantasını koluna , haydi kendi yoluna, yepyeni bir dünya kursun.Amaaaannn boşver Pikatorya , ver kavanozlarını onlara, isteyen istediğinin turşusunu kursun!"

30 Ekim 2012 Salı

Eğer ki Kapatılacaksa Bu Derin Yaralar, Gelin Olsun Her Gün 29 Ekim!

  Yeni nesil olarak gittiğimiz yerlerde, kutladığımız anılarda, canımız sıkıldığında, veya her hangi bir anı yaşatmak istediğimizde fotoğraflar çekinip hemen sosyal medyada paylaşıyoruz ya, 29 Ekim bunun için biçilmiş kaftandır fotoğraflar çekelim ve çekinelim dedim.Bütün heves kırma hareketlerine rağmen yürüyüşe gittiğimiz, bu  günü kutladığımız, gidişata canımız sıkılsa da  sadece o an değil her saliseyi yaşatma aşkımız görülsün istedim.Birilerinin söylediği gibi 'Ergenekoncu marjinaller' değil, Atatürk'ün mirasına saygı duyan, 10.Yıl Marşımız çaldığında gözyaşlarını tutamayan , laik bir devletin savaşçısı gençler ve yaşlılar olduğumuzu bilsinler istedik.
   Bir bütün olup, aynı yürekle, aynı amaçla, yavaş yavaş ama emin adımlarla ilerledik tıpkı yıllar öncesinde Mustafa Kemal'in ve askerlerimizin korkmadan, yılmadan bu ülke için  yaptığı gibi.Biz aynı yürekliler için şehir veya zaman fark etmedi hiç.Var gücümüzle söylediğimiz marşları Ankara'ya da söyledik, Diyarbakır'a da!Çünkü bu sınırı çizilmiş vatan bizim. Biz aynı yürekliler, farklı düşüncelerin bağımsızlığını  bile bünyesinde barındırabilmişken, bir kendi laikliğimizi barındıramayan zihniyetin  acısını da duyduk belki dün bir kez daha.
Ama ya şimdi ya hiç derler ya hani, ya şimdi sev ülkeni ya da şimdi!
Benim tarihim hiç bir zaman iyi olmadığı gibi , siyaset  yapan , yapılan siyaseti de anlayan bir kız değilim malesef. Birilerinin bana anlattığını kendi çapımda yorumladığım kadarıyla kalırdım, paylaşmazdım da pek.Herkesin ilgi alanı farklı olabilir tabi.Benim de bu konuda içimden geçse de bazı düşünceler, yazıya dökmezdim hep.Ama dün televizyonda gördüğüm manzaralardan, duyduğum yasaklamalardan, İstanbul'daki yürüyüşlerin bana yaşattığı yoğun duygulardan sonra dedim ki siyasete karışmıyorsak, bu vatanımıza sahip çıkıp , bir iki laf da biz söylemeyeceğiz anlamına gelmez.. Gördüklerine, duyduklarına inan derler ya hani , keşke görmeseydim , duymasaydım da  ön yargım artmasaydı.Zaten karanlık bir Türkiye bekliyorken bizi bir de öfkem artmasaydı.Hiç kimse hır gür çıksın istemez  ama gel gör ki biz aynı yüreklilerin bünyesi haksızlığa gelemez.
Ama teşekkür ediyorum ben bütün bu engelleri koyanlara önümüze, bir kez daha anlıyoruz ki korku yok Mustafa Kemal'in temsilcilerinde.Endişe bile yok yürürken başına neler geleceğini bile bile.Ben öyle eminim ki o gözler aşkımızdan, sevgimizden yaşardı laikliğe , sanmasınlar darptan veya biber gazından filan diye!
Elimizdeki sabun misali kayıp gitmeye başlayan laikliğimiz,demokrasimiz ve değerlerimiz  için her geçen gün bir kez daha üzülürken, saçma sapan komplo teorilerinden, çocukça tartışmalardan, amaçsız kavgalardan, ruhsuz katılımlardan, seviyesiz hakaretlerden, küfür gibi benzetmelerden uzak bir 29 Ekim dilemiştim ben sadece. Yine beceremedin işte,  olamadın bir baltaya sap bile! Altın kafes de olsa bizi götürdüğün  yer sana göre, vatanım da vatanım yine!
 

25 Ekim 2012 Perşembe

Hayalle Gerçek Arası, Çok Zor Anlaşılması

''Kaçtıklarımız gerçeklerimiz değildir hep, korkutur bazen hayal ettiklerimize de ulaşıyor olabilmek''
   

   Ve işte şimdi tamamlanmıştı bütün hikaye. Yaklaşık  altı aydır düzenli olarak , haftada iki gün, toplamda doksan altı saattir karşısında kendini aslında psikoloğu gibi görünse de arkadaşı olarak tanıtan hemcinsine anlattığı, üzerinde gecelerini çürüttüğü, beynini yediği, zaman zaman mantıklı, zaman zaman saçma sapan bağlantılar kurduğu, üzüldüğü, ağladığı, zırladığı, kendini gülmeye zorlayıp durduğu ve bir türlü kimseyi inandıramadığı veya inandırsa da kendi tarafına çekemediği bu uçsuz bucaksız hikayenin sonuna gelmişti.Kimi zaman sadece biyolojik bir varlık oloduğunu unutup, bütün benliği duygularından oluşmuş gibi davranıp bünyesini sonuna kadar kullanmıştı, bazen de taş kesilip, defalarca kalp kırmıştı.Bir ara tüm amacı kendini güldüren insanları bulup onlarla bir ömür boyu yaşamaktı.Bazen kendisine göre haklıydı, bazen başkalarına göre haksız.Zamansızlıktan yakınırdı hep.Yani aslında fazla olan zamanını iyiye kullanamamaktan. Bir de otobüste yolculuk ederken zamanını boşa harcama ders çalış, kitap oku diyenlere de kıl olurdu, lakin  kendisi de okurdu ve kulaklığına boğulurdu bazen.Ama hiç bir şey yapmadan sadece etrafını gözlemleyip, konuşulanları duymanın da gizemli olduğunu düşünürdü.Bambaşka hayatlardan bambaşka kesitleri, kendi kafasında birleştirir kendi hayatına sokardı.Yani anlayacağınız hikayenin orta yerinde bazen hiç tanımadığınız karakterler girer çıkardı o yazarken. Mutlu olurdu bu durumdan...Başkalarının onun hayatını çözemiyor oluşu ona zafer gibi gelirdi bir zamanlar, ta ki birileri tarafından anlaşılmak isteyene kadar.
     Sonra o gün geldi.Şimdiye kadar yer eden çatlaktan sızan hayatını o gün çözdü.O gün çatlakların aslında hayatları daha da sağlamlaştırdığını, siyah ve  beyaz ayrı ayrı yakışmasa da grinin onda güzel durabileceğini gördü.Gözü açıldı, gülüşleri saçıldı etrafa.
    Kaçıyordu çünkü.Kendini çözene kadar , hayallerini ölümsüzleştirene kadar farkına bile varmamıştı neyden kaçtığının.Gerçeğinden, yani o an yaşadığı, onun çoğunlukla içini acıtan ama hayalllerini aradan kayıran gerçekleğinden korkuyordu.Yaşasındı ve bitsindi hep, gerçeği onun gözünde buydu.Ama düşledikleri ulaşılmaz olmalıydı.Hani kendini hep aynı çevrede yaşamaya alıştırmış insanlar vardır ya, daha lüksüne, daha iyisine eriştikleri anda tedirginleşmeye başlarlar adım atarken bile.Bu da onun gibi bir şeydi.Düşlediği şeylerin gerçeğe dönüşebilecek olması onu korkutuyordu.Nerden baksan bu güzel bir şeydi aslında, hatta mükemmeldi.Ama o böyle düşünmüyordu.Düşledikleri gerçek oldukça o kesin mahvederdi.Kendini tanıyordu.Onun karakteri buydu ve böyle yaşamalıydı.Ne bir eksik ne bir fazla, ne dururdu yerinde, ne de açılırdı daha da.Ama sonra , yani  altı ay, haftada iki gün, toplamda doksan altı saat kendisinin aslında psikolog değil arkadaşı olduğunu söyleyen hemcinsine olan biteni, veya olmayanı ve dolayısıyla bir türlü bitmeyeni anlattığı sırada bir gün, aniden, anladı.Sanki lisede bir matematik problemini arkadaşına anlatmaya çalışırken problemin çözümünü kendi anladığı gibi, sözde sorunlarını sözde arkadaşına anlatırken kendisi anladı.Gözlerini açtı, kafasını kaldırdı, ayağa kalktı ve 'arkadaş'ına  "teşekkür ederim, dinlediğin için" dedi, sakince arkasını döndü, paltosunu giydi, siyah süet çizmelerinin topuklarını tıklata tıklata kapıdan çıktı, hafifçe kapattı.Geçerken bir kaç kişi onun gözlerinin içine baktı, gülümsedi, devam etti, ve dış kapıdan da kurtulduktan sonra derin bir nefes aldı.Artık hazırdı, çünkü anlamıştı.Bir taksi çevirdi.'Etiler'e lütfen' .İndi.Seri adımlarla gideceği yere varmaya çalışıyordu.Heyecanlıydı.İlk aradan sağa döndü her zamanki gibi.Ne ? Her zamanki gibi mi? Kaç kere gelmişti ki bu yolu?Bir kereydi, o da hava karanlıktı.Ama düşüncelerinde o kadar kurup durmuştu ki bunun hayalini.Kurdukları arasından gerçeğe dönüşmeyi en çok hakeden hayali buydu belki.En gerçek olması gerekeni.Hikayeye girmeye hak kazananı...Eskiden beri bildiği tanıdığı ama aslında her dakika yeniden yaşanması gerekeni. Önce bir kahveciden filtre kahve almalıydı.Severdi. Hem öyle onca zamandan sonra eli boş gidilmezdi.Yine seri ama garip bir heyecanı sürdürme endişesiyle gitti geldi.Bu sefer elinde filtre kahvesi, dudağında bükük gülümsemesi, gözlerinde endişesi, saçlarında tel tokası, üzerinde onu en şişman gösteren kazağı ve ayağında süet çizmesi vardı. Yanaklarında biraz allık evet ama dudaklarına hiç bir şey sürmemişti.Ahh işte arkadaşları hep ona derdi "birşeyler sür şu dudağına millet çölde susuz kaldın sanacak."Niye dinlemezdi ki ara sıra da olsa arkadaşlarının tavsiyesini. Amaan ..Bu hayal sadece dudağındaki renk için gerçekleşecekse hiç gerçekleşmesindi.Böyle diye diye bu duruma gelmişti zaten ama o an kendi moralini bozmamak için çaktırmıyordu gene kendisine. Kapıda bekleyeli on saniye geçmişti ama sanki on dakikadır orada gibiydi.Sonra aralandı kapı, daha da açıldı.Elinde iki tane kupa bardak, "Nerede kaldın, ha geldi ha gelecek dedim durdum" dedi.
         Şaşırmıştı.Nasıl olurdu.Nasıl bilirdi geleceğini.Yoksa yine bütün bunlar bir hayal ürünü müydü.Yoo...Nasıl hissedecekti ki o  zaman bu eli.....

            " Eda hanım..Eda hanım ..Beni duyuyor musunuz?" Gözleri kamaştı ışıktan.Ne olmuştu?Neredeydi?Hani en son..O...Hani hiç gitmediği..Senelerdir görmediği..Nasıl yani yoksa hepsi? Yok canım.Olamaz...Sonra kapıdan o göründü..Elinde yine iki kupa, sıvışıverdi yanına."Ağız tadıyla içirtmedin bir türlü kahvemizi.Nasıl bir heyecansa bayılıverdin.Soluğu hastanede aldık seninle.Tabi sen hatırlamazsın.Beni nasıl korkuttun anlatamam Eda.'"Eda sarıldı....Gözlerini kapadı, korktuğu gelmedi başına, hayali gerçekti, ve gerçek şimdi hiç olmadığı kadar güzeldi.

6 Ekim 2012 Cumartesi

Sabaha karşı doğmuşum, hava yağmurluymuş, dedem kulağıma ismimi fısıldamış...


            Bir türlü sonu gelmeyen hikayeleri seviyorum.Yaşanılan duyguların, merakla bakan gözlerin, tutulan nefeslerin, özenle kurulan hayallerin, içten içe mırıldanılan şarkıların sürekliliği beni daha da dinamik tutuyor çünkü.Modası geçmiş bir hikayeyi canlandırmaya çalışmaktansa , her saniye yeniden yazmak daha iyi gibi....Doğum günümü kutladık dün.Yanımda olmak isteyip de beni bir şekilde gören,yanıma gelen, arayan, mesaj atan, dibimde oturup şarkı söylemek isteyip de gelemeyen, başka şehirlerde olan, aynı şehirde olup da kendini ve programını bir türlü ayarlayamayan ama aslında benimle olan, kısacası kalbinden hissederek benim doğum günümü kutlayan(ki bu benim için en önemlisi) herkesle güzel dakikalar geçirdim. Sevdiğim ve benimle olmaktan keyif aldıklarını bildiğim bütün insanlar şimdiye kadar olduğu gibi yine tek tek klavyemin tuşlarında bana bu satırları yazdırıyorlar, ne sevinçliyim:) Eskiden olsa 'kalemimin kurşunundalar' derdim.İşte biz büyürken, dünya da güncellendiğinden biz de ayak uydurmaya çalışıyoruz azizim:)
Dün bütün gün ve gece boyunca etrafı, insanları, denizi, hayatı ve içimdeki duyguları gözlemledim, kendimi de dinledim, kahvaltı esnasında çok haz etmesem de bir kediye salam verdim :)Her şeyin, yaşadığımız her dakikanın bir sebebi vardı aslında...Çekinilen her fotoğrafın bir anlamı, söylenen her sözün  bir dinleyeni, içimizdeki her derdin ve sevincin bir güzelliği vardı ve  yapılan her şeyin farklı farklı amaçları.Dedim ki kendi kendime hangi gün doğduğun önemli değil, doğduktan sonra hangi günleri hakkını vererek yaşadığın önemlidir.İçerek sarhoş olman değil, kimlerle hangi şarkılarla neye içtiğini bildiğin zaman değerlidir.Bazen uğraşının ne için olduğunu unutabilirsin ama bu durum hep ipin ucundadır, bir dengededir bir değildir.Zaman da öyledir.Benim dün 21 yaşımı bitiren saat , gün gelir beni 35 imde de bulabilir.
         Dün pasta kesmek istemedim.Yeni bir şeylerin yaşanması için geçmişten beri  yanan mumları söndürmek istemedim.Yaşadığım yıllara haksızlık etmenin, fazladan bir kaç kalori daha almanın(veya herkese aldırmanın:)),kısacası bir şeyleri başlatmak için bir şeyleri karanlıkta bırakmanın anlamsız olduğunu düşündüm.
Bir de gittim biraz doğum günü pastasının nerelere dayandığını araştırdım ve çok eskilere dayanan , Antik Yunan'da  dini ayinlerde Artemis'e şükran amacıyla sunulan ballı keklerin muadili olan yaş pastayı yememizin bize bir şey katmayacağına karar verdim:D
          Gel gelelim yine fotoğraflar çekindik.Yüzümüzdeki kocaman gülücükler her ne kadar canlı yaşanan o enerjiyle aynı olmasa da , evrene yayılsın istedik.Yıldızlara güzel bir poz gönderip , onları da söylediğimiz  şarkıya katabildik belki .Evet evet biliyorum hayalperestlik güzel şey:)
          Ben en az üç kişiyle karşılaştım aynı günde doğduğum, kim bilir dünyanın neresinde daha kimler vardır diye düşündüm.Dünyaya gelmek marifet değil, asıl hayatı yakalayabilmektir önemli olan diye de ekledim.Sonra da dedim ki başarılarınızı, duygularınızı, öfkelerinizi , sevinçlerinizi, esprilerinizi, hayal kırıklıklarınızı, ya da kurduğunuz düşlerinizi paylaşacağınız kimse olmasa dedim, hani karşılıklı çayınızı yudumladığınızda, simit yerken ikiye ayırıp vermek istediğinizde, sahilin kokusunu içinize çekerken koca bir 'oooohhh bee ' dediğinizde, sizin şarkınız radyoda çıktığında yanınızda biri olmasa,nasıl zevk alırız ki hikayemizden.Belki her insan özünde yalnızdır ama adı üstünde bu bir hikaye ve herkesin ihtiyacı var anlatmaya.Ben size hep anlatırım, isterseniz de susarım, yeter ki benimle kahkahalar atın:)






Ve tabi ki beni hayata getiren muhteşem  anne, arkadaş, dost , birtaneciğim, en özelim , en güzelim, seni çok seviyorum ,sen her daim benimlesin:)
Yanımdayken bile özlüyorum, vazgeçilmezimsin:) sana tapıyorum:)
YAĞMUR ŞİMŞEK 


           




4 Ekim 2012 Perşembe

Zaman Bu, Geçer

Zaman geçer,
vakit daralır,
insanlar büyür,
olaylar küçülür ve yenileri eklenir...

Zaman geçer,
etraf kararır,
güneş sönüverir,
olayların üstü kapanır ve yenileri ekleniverir...

Zaman geçer,
kuşlar uçar,
haber gelir,
yüzün düşer,
hüzün çöker,
sonra her şey başa dönüverir.

Zaman geçer,
bencillik başlar,
savaş çıkar,
sanırsın duruverir...

Zaman geçer,
güvenin biter,
anlamazsın artık hareketleri,
e anlatamazsın da derdini,
sonunda her şeye kayıtsız kalır
hep yaşadığın yer...


27 Eylül 2012 Perşembe

Hayal Zaman İçinde....

Evvel zaman içinde, insanlar daha birbirlerini kırmaz, kıskançlıklar ortaya çıkmaz, aldatmalar yaşanmaz, dedikodular abartılmaz ve insanların özel hayatları bu kadar orta malı olmazken , Pembe isimli bir genç kız yaşarmış.Bu kız yaşamaktan çok zevk alırmış.Yaşamak derken öyle hafif bir şeyden bahsetmezmiş.Yani zeytin bile yiyorsa çekirdeğini çıkarıp atarken bile aldığı keyfi düşünür , kendine anlatır dururmuş.Bir gün bu kız kendine bir hayal kurma hakkı tanımış.Yani aslında zaten yeterince mutlu olduğunu düşünüyormuş ama ara ara kendine böyle haklar verip daha fazlası ne olabilirdi diye düşünme fırsatı yakalamayı planlamış.Her neyse .Oturmuş, saatlerini harcamış, yazmış, çizmiş , ölçmüş, biçmiş ve muhteşem bir hayal kurmuş.Bu hayal o kadar muhteşemmiş ki imkansızlığını bildiği gibi bir de bunu kimseye anlatıp başkalarının hayalini gerçekleştirmesini istemiyormuş.Düşünmüş taşınmış, ne yapsam da bu hayali insanlardan saklasam diye. Bir gün kırda uzanmış yatıyorken içi geçmiş uyuyakalmış.Hayalini rüyasında görmüş ve biraz da orada dallandırıp budaklandırmış.Sonra hava kararmış.Pembe mahmur mahmur gözlerini açmış , ovuşturmuş, etrafına bakınmış ve akşam olduğunu, saatlerdir orada öylece uyuyakaldığını fark etmiş.Önce her şey normal gibiymiş.Sonra bir anda bir eksiklik hissetmiş.Hayalleri...Hayalleri rüyasının içinde kalmış meğer.Bir anda her yanını korku kaplamış.Nasıl çıkaracağını düşünmeye başlamış.Gözlerini kapatmış tekrar uyumaya çalışmış.Saatler sürmüş yeniden uyuyakalması.Gece yarısı kalktığında hayallerinin yine onun kontrolünde olduğunu hissedince rahatlamış.Uyku uykunun mayasıdır ya...Tekrar esnemeye başlamış ama bir yandan da uyumaktan korkuyormuş ya yine kaybedersem hayallerimi diye.Sonra almış ellerini başının arkasına uzanmış yeniden ve hayallerini saklayacağı bir yer bulmaya çalışmış.Gözlerini tepeye dikip yıldızlar bu gece ne güzeller diye düşünürken aklına birden parlak bir fikir gelmiş. İşte, demiş.İşte buldum hayallerimi nereye koyacağımı.Yıldızları çok mükemmel bulurmuş.Parlak, güzel, ulaşılmaz ve esrarengiz..Kendine kimseyi yaklaştırmaz ve sessiz.Gözüne kestirdiği bir yıldızın köşesine bağlamış hayallerini sıkıca. Sonra inmiş yeryüzünden onların boşlukta salınışını seyretmeye başlamış.Hayallerini kaybetme korkusu olmadan , içi rahat uyuyakalmış sonrasında ama sabah kalkmış ve yine bir eksiklik.Hayallerini yıldızlara bağladığını ve gece olmadan onları göremeyeceğini hatırlamış.Demiş ki bu böyle olmaz. En iyisi ben bir kaç güzel hayal daha kurup onları da güneşin ışınlarından birinin üzerine bırakayım. Yapmış da.Nasılsa ona da kimse ulaşamazmışBir gün çok sevdiği bir şarkıyı dinlerken aklına hayallerinin gelmesi gerektiğini fark etmiş, şarkı onu anlatıyormuş ve hayalleri de bunun içinde olmalıymış.Sonra gitmiş notaların arasına da sıkıştırmış hayallerini.Müzik de evrenseldir ya. Bu sefer tüm dünya yavaş yavaş duymaya başlamış Pembe'nin düşlediklerini.Yorumlar yapmışlar, acımasızca eleştirip, aynısından onlar da sahip olmaya çalışmışlar. Bazıları hiç duymamış gibi yapıp aynı hayali gerçekleştirmiş, bazısı da Pembe'nin gözüne soka soka o hayalleri o yıldızlardan indirmiş. Ağlamış Pembe, bir de çok sinirlenmiş. Halbuki onu yeryüzünden ayıran ve gökyüzüne ulaştıran tek şey hayalleriymiş.Susmuş, konuşmamış bir süre kimseyle ama öyle de hayat yaşanmaz diye düşünmüş bu sefer de ....Yeniden kurmaya başlamış hayal ama bu sefer kendi kalbinde ve beyninde. Çünkü biliyormuş artık en gizli yer kendi içinde...
                                                                            YAĞMUR ŞİMŞEK


21 Eylül 2012 Cuma

'Eğer farklıysan, yalnızlığa mahkum oluyorsun' Aldous Huxley.

'Eğer farklıysan, yalnızlığa mahkum oluyorsun' Aldous Huxley.

Konunun içindeyken hep dışında kalıyorsun.Tam bir şey söyleyecekken aslında anlamayacaklarını biliyor, susuyorsun.Dinliyorsun, görüyorsun ve konuşmuyorsun...Sonra bazen durakta otobüs beklerken bile iki adım uzakta duruyorsun.Olan biteni biraz da dışarıdan seyrediyor gibi anlaşılıyorsun.Partileri kaçırmıyorsun, ama aslında bir türlü parti insanı olamıyorsun, eksikliğini de duymuyorsun.Ne bileyim kahkaha atarken aynı şey için atmadığını, rakını tokuştururken aynı duruma şerefe demediğini, ağlarken bile gözyaşının kimseye gitmediğini biliyorsun...Saçları hep aynı oluyor etrafındakilerin, giyimleri, kuşamları vs.Sen bir gün uçarı bir renk giysen,saçını yanda değil de tepede birleştirsen garip kişi oluyorsun...Numaralı gözlük takanlara 'dört göz' veya 'optik' devri geçti artık...Bazen sözde 'cool' görünmek adına gözlük takanlarla haşır neşir oluyorsun.Bir masada otururken,diğer masadaki arkadaşına, hatta pardon bütün dünyaya benim arabamın markası 'bu' diyerek kendini sözde 'yücelten' lerle aynı kahveyi içiyorsun. Sen aldığın her yudumda farklı bir düşünceye bürünürken, kafanı kaldırıyorsun  ve içinde bulunduğun dünyanın kolay kolay  değişmeyeceği bilincine varıyorsun...Karşıdan gelirken  yüzüne gülen, seninle muhabbet eden, bazen yanında olup yardım elini uzatan kişilerin, aslında arkanda olup, farklı planlar yaptığına da şahit oluyorsun...Yani iyi niyet perilerinin gerçekte o kadar da iyilik yapmaya niyetli olmadığına kanaat getiriyorsun.Bazen birisiyle sırf muhabbetini sevdiğin için oturup , konuştuğuna kimseleri inandıramıyorsun...Bunun için bir kaç kez uğraşıyorsun, sonra 'amaaann' deyip bırakıyorsun.Zaten o kimselere kulak asan insanları da hiç samimi bulmuyorsun.Zamanım boşa gitmesin diyor, bulabildiğin her şeyi bir anda çizelgene sıkıştırıyorsun.Böylelikle gereksiz düşüncelerle beynini doldurmuyorsun.En azından bunun için uğraşıyorsun.Yoruluyorsun, üzülüyorsun, elbet bazı şeyler yaşıyorsun ve nedenlerini pek belli etmeden insanlara gülümsemeye devam ediyorsun.Sonra gün geliyor bu gülümsemen yüzünden de yerin dibine sokuluyorsun.Olaylar olayları, günler günleri, insanlar insanları izliyor ve sen kimseye güvenmez hale geliyorsun....Haklısın.Aslında bazen kendine yazık ediyorsun.Sen de çok mathaf bir şey olmasan da, onların da olmadığını biliyorsun.Yani onlardan ayrı yaptığın üç beş sana göre 'yararlı' veya 'anlamlı' uğraşın ve düşüncenin seni onlardan ayırdığını düşündüğün gibi ,  onlar açısından tüm bunların bir önemi olmadığını da biliyorsun.Hayır zaten o kadar da önemi olmasın...Kendini farklı hissediyorsan, bil ki yalnızsın.Geçmişi düzenleyemiyorsan, bir de gördüğün karakterleri oturtamıyorsan bedenlerine, bırak onlar da öyle dağınık kalsın..
                                                                                      YAĞMUR ŞİMŞEK


16 Eylül 2012 Pazar

Su ile Sarp Bir Gün Kahve İçerler..

 Oğlan, 'bence bir kahve icelim ' dedi.
 Kızın kahveye bayıldığını bildiğinden.
 Kız oralı olmadı.Sessizliğini korudu.
 Sonra oğlan iki kahve söyledi.
 Kız atıldı hemen, 'Sütsüz' dedi.
 Sonra  yine sus pustu ikisinin de gözleri.
 Oğlan içinden 'Elini tutmaya çalışsam, yani elini tutsam, o tutmak ister mi?' diye geçirmekteydi o sıra.
 Ama cesaret edemedi.
 Kız ellerini hiç sevmezdi zaten.
 Oğlan için o ellerin Su'yun elleri olması yeterliydi.
 Sonra kahveleri geldi.
 Sütsüz olanı çekti kız önüne.
 Bir yudum aldı.Oğlan da öyle.
 Sonra oğlan nedendir, cesaretlendi bir an.
 Bir fotoğraf çıkardı, 'Tam 10 sene olmuş Su bak!Ne tatlı gülmüşsün o zamanlar.'
 Susmadı sonra oğlan.
 'Neden bugünü seçtik yeniden görüşebilmek için.
  İçim acıyor.
  Aslında hep benimleydin hayallerimde benimdin..
  Nerelere nasıl gittin, yok hiç bir fikrim.
  Sahi neredeydin Su.
  Nerelerde yedin yemeğini, aldın uykunu?'
  Su, kafasını kaldırıp bir süre gözlerinin içine baktı Sarp'ın...
  Bir süre birbirlerine bakakaldılar.
 'Öyle olması gerekiyordu.' dedi.
 'Ben kendimi bulamıyordum bir şekilde ve seni o kaosa sürükleyemezdim.
  Belki seninle tamamlanabilirdim ama seni buna alet edemezdim.
  Gittim Sarp, çok uzaklara gittim..
  Belki bir uçakla gelebilmene bakardı ama aynı şehirde olsak bile uzağındaydım aslında.
  Her geçen gün aklımdaydın, sözlerin hep başucumda...
  Sesin kulağımda, kokun yastığımda, dokunuşların yanağımda...
  Ben de kolayca dönüp gidemedim aslında.
  Ne zaman uykuya dalacak olsam oturup sana anlatmaya çalıştım hep...
  Her şeyi, sebeplerimi, hayatımı, karışıklığımı.
  Hep anlattım..
  Duymasan da hissedersin, anlarsın sandım.
  Çünkü aramızdaki bağa hep inandım ben..
  İnanmasam, inanmasak şu an karşımda oturuyor olmazdın zaten.
  Sarp tıkandı bir süre, bir şey diyemedi...
  Bunca yılın Su olmadan geçmiş olması onu çıldırtıyor gibiydi...
  Ve bundan sonrasında da Su ile beraber geçmeyecekti, bir şekilde emindi.
  Öyle ya , elini tutacak cesarete bile sahip değildi ki...
  Yalnız anlamadığı bir şeyler vardı.
  Su neden hayatını  10 yıl önce karar verdiği gibi yaşamak istemişti.
  Sebepsiz, yersiz, dengesiz bir fırtınaya sürüklenip gitmişti.
  Kendine gelebilmiş miydi?
  Zannetmiyordu Sarp.
  Ne acıydı.
  Lezzetli bir yemek olduğunu bile bile bir lokma bile tadamamışlardı birbirlerinin hayatlarından.
  Belki her şeyi tüketip mahvetme korkusundan,
  Belki de aradıkları kişiyi çok erken bulduklarını sanma kaygısından.
  Açıkçası ikisi de farkındaydı her şeyin
  Aynı şarkıyı dinlemek zorunda değildi ikisi de
  Müzik dinlemeyi sevsinler yeterdi...
  O sütlü, Su sütsüz içseydi ama karşılıklı oturup kahve içebilsinlerdi...
  Ne olursa olsundu da yeter ki o gün Su o uçak biletini almasaydı...
  İşte Sarp'ın aklından bunlar geçerken Su'yun düşünceleri de ona ortak olmuştu..
  Sonra Su ,  Sarp'ın yanağına dokundu..
  'Sen o lezzetli yemeği yerken ortak olabilmeyi isterdim, eğer hala elimde olsaydı sevgilim...'
  Sonra Su döndü arkasını ve gitti...
  Sarp öylece kalakaldı...
  Sırtını dayayıp romanını okuduğu taşa şöyle bir göz attı.
  Romanında boş bulduğu bir sayfaya şu satırları yazdı...

        'Hala aklımda...
        Gidip geldim aslında.
        Sormalı mı sormamalı mı,
        Yanmalı mı , durulmalı mı artık sonunda...

        Tutmayayım artık ben, sen ateşe tut ellerini
        Çünkü o senin gibi..
        Seni böyle hissediyorum şimdi.
        Işıldıyor gibisin bir taraftan
        Ama bir taraftan da düşünceli..
        Ateşin havası farklıdır.
        Bazen de bencil ve kibirli...
        Gözlerine ulaşabilirim sanmıştım belki ama
        O da artık  sınırlı, mesafeli.

         Merak ediyorum.
         Hala da savaş veriyorum.
         Sormalı mı sormamalı mı diye asıl gerekeni.
         Aslında beni yakan şarkının sözleri.
         Dün nasılız derken
         Bugün nasıl dibe sürükledi bizi..
         Hele elime şu kalemi aldığımdan beri...
         Gerçekten zor...

         Bak getir ellerini,
         Kapa gözlerini,
         Kokla denizi
         Bunu bensiz de yapabilirsin.
         Ben sensiz de yapabilirim belki
         Boş ver beni.
         Ama dinle bir kere kendini
        Mesela kalbini, düşüncelerini kendi nefesini..
        Bilmem gerçi doğruyu söylerler mi...
        Sonra kaldır başını,
        Denize bak tekrar.
        Farklı görmeye çalış bir kere de martıları ve adaları.
        Sor..
        Bir bilene sor.
        Ya da bildiğini sanan
        Ama aslında bildiğiyle, hiç bir halta yardımcı olamayan birine sor.
        Çözüm bul kendine, gerçi bilemiyorum hala gerekli mi bu bize..

        Dünyamdan kime ne.
        Ben şimdi oturmuş sana hayattan, huzurdan, aşktan dem vuruyorum.
        Sen beni duyar anlarsın sanıyorum.
        Halbuki sana  ne....
        Uğraşmışım bunca zaman
        Sen gitmişsin nafile....
        Sahi nerelere kayboldun Su.
        Ben artık geldin zannederken,
        Ellerine tam dokunabilecekken,
        Gözlerimle bile sevip koklarken
        Bu sırtımı dayadığım taşın mantığı ne.
        Bu toprak ne Su,
        Bu çiçekler, çimenler...
        Mutlusun herhalde artık,
        Sadece bir hayalsin artık.
        Belki de biz gerek yokken çok uğraştık....'

  Satırın sonuna gelip, ellerinden yardım alarak ayağa kalktı Sarp.
  O an oracıkta bir karar verdi.
  Ya bundan sonra Su'yun mezarıyla, onun hayaliyle yaşayacaktı
  Ya da hayatına yepyeni bir başlangıç daha yapacaktı.
  Tek niyeti bu hayalden biraz uzaklaşmaktı.
  Ve bundan tam 10 yıl önce Su'yun yaptığı gibi derhal biletini aldı,
  Ve an azından içtikleri kahvenin hatrına bir 40 yıl bekleme kararı....
        


 




9 Eylül 2012 Pazar

Bakma Geriye...

        Geriye bakmaya, eski zamanlarına dönmeye çalışırsan tökezlersin..Evet çok tökezledim..Çünkü bana yürüyen merdivenlerin tersine gitmek istersem düşebileceğimi kimse söylemedi. Kendim öğrenmem gerekirdi haklısınız..Yani birileri söylese de yine denerdim, orası belli.Öğrendim.Artık daha farkındayım her şeyin. Buna da annem kadar sevindim :)Hatalarım dediğim..Hani nerede aralarından en çok sevdiğim..Sizin en çok sevdiğiniz hatanız oldu mu hiç? Benim oldu, o da EN'lerimin arasında yerini buldu...Tabi bu olalı çok oldu..Aslında bazı hatalarım hata denmeyi bile hak etmiyordu da , insanız işte.Değer bilmesini de bilirim, yerin dibine geçirmesini de.
        Geçmişe dönmeye çalışırsan kendi zamanını mahvedersin...Bırak geçmişten gelen sana yetişmeye çalışmayı denesin.Belli ki ya babanla konuşmak istemişsin , ya sevgiline sarılmayı unutmuş olabilirsin veya anneanneni son bir kez yanağından öpmeyi hayal etmişsin.Belki de arkadaşına daha kibar davranabilmeyi düşlemişsin..Geriye dönmek isteme sebebinin bir sürü çeşidi vardır ve elinden gelmeyeceğini bile bile yine de istersin.Bırak zamanı takip edebilen sana yetişsin ya da unut her şeyi gitsin.. Ya da unutma bir kenara koy öylece beklesin...Antalya'da bıraktığım kocaman bir koli var.Üniversite için  İstanbul'a taşınırken , yeni bir hayat ve hikaye kurmak için o kolinin içindekilere ihtiyacım olmadığını düşünmüştüm.Kısmen yanılmışım.Sevdiğim anıları nefret ettiklerim yüzünden tarihe gömmüş olmamın mantığını anlayamadım..Geriye bakmama gerek yoktu ama ara sıra çıkarıp iç çekmemin de bir yanlışı yoktu.Sonra bu gidişimde aldım bir iki defteri, fotoğrafı , el reklamlarını, tiyatro ve sinema biletlerini yanıma.Aynı filmi veya oyunu tabi ki bir daha aynı anılarla, duygularla kırıklıklarla veya mutluluklarla izleyemezdim ama sahneleri hatırlamamın bir mahsuru yoktu beni üzmüyorlarsa...Baktım, yüzümde gülümseme oluşturan her şeye açık olmam gerektiği üzerinde karar kıldım.Geçmişimi de geleceğimi de ben şekillendiriyorum ve hangi cümleyi söyleyeceğime de ben karar veriyorum.Aslında kader bizim takipçimizdir ve bazı şeyler elimizdedir. Hayat  kurallı bir cümledir..İnsanlar ögelerin yerlerini değiştirir, anlam üzerine anlamlar yükleyip, sıfatlar ekleyip hayatı  daha iyi veya daha kötü hale getirir.
      Geriye bakmaya, eski zamanlarına dönmeye çalışırsan tökezlersin.....Derin bir nefes al, vücuduna oksijen girsin...


         

7 Eylül 2012 Cuma

Hazırda Bekleriz Efendim...

     Bir yerlerde hazırda bekleyen bir yapım var...Bütün kılıçlarımı, kalemlerimi, duygularımı, düşüncelerimi kuşanmışım bekliyorum...Birileri fark etsin, birileri hissetsin, birileri anlasın, birileri artık değer bilsin, birileri beni görebilsin, rüzgarlar esebilsin, yüzüme güneş vurabilsin, rüyam devam edebilsin, sözcükler yarım kalacağına şarkıya dönüşebilsin diye...Ben yarışamam... Ben o sadece egosunu tatmine etmeye çalışan, göstermelik mutluluk yaşayan, yürüyeceği yollar garanti olsun diye etrafındakileri satan, arkadaşlarından canı isteyince vazgeçen, bir şeyleri düzeltmek için herhangi bir çaba bile harcamayan , kendi dünyalarında büyük ama aslında zerre kadar değeri olmayan grubuna girenlerle uğraşamam...Ne bunu yapacak zamanım, sarf edecek enerjim, boşa harcayacak lafım, ne de onlar kadar hinliğe çalışacak kapasitem var. Şeffafım görebildiğiniz kadar.
     Bir yerlerde mutlu olmak için bekleyen bir yapım var, ama bazen de tamamen aksi şekilde hayat beni yakalar...Bütün pozitif enerjimle açarken bir telefonu, somurtarak kapatmak nasıldır çok iyi bilirim.Müzik dinlerken başka hayallere daldığım sırada otobüsün ani fren yapışını da...Nefismiş gibi görünen bir yemek için heyecanlanırken tadının acı olduğunu fark ettiğimdeki hayal kırıklığımı da ben anlarım anca.
      Zamanı durdurmaya çalışmıştım.....Akrebe çok yüklenmedim ama yelkovanı ellerimle bayağı bir uğraştım geriye itmek için. Nafile... Nuh diyor peygamber demiyor, saat olmuş 9 diyor inmem 8 e diyor.Kararlı bir yapısı var zamanın.Takdir ettim doğrusu..Kurallarımı baştan koyarım, bir gram da değiştirmem diyor.. Ben onun gibi olamadım, belki de  o yüzden canım yanıyor.
    Bütün özverimi bir anda sergileyebilmek için hazırda bekliyorum resmen.Hak ediyormuş gibi her benim yanımda olduğunu iddia eden.Yalnızlıktan korkuyorum bazen, bazen de yalnız olayım başka şey istemem...Hakikaten ya yalnız mı olayım? Öyle mi dersin? Ya sen kadim dostum?Anca o mu paklar seni diyorsun? Belki bir bakıma haklısın.Ama yeri gelir , günü gelir, bu söylediklerin için pişman olursun..İnancımı yitirdim belki biraz ama en azından hayatımın bir köşesi dolsun.
     Bazı söylediklerim boş geliyor, bazı dostlarıma göre bu dediklerim fazla,durumların  bu kadar üzerine düşmemem gerekiyor.Neyse siz yine de bir adım uzakta durun..Doğru doğru şimdi patlarım filan..  Yara almayın...Ben de istemem, üzülmenize dayanamam. Keşke sizleri anlayabilecek kadar iyi olsaydı kafam..

                                                                                                   Yağmur ŞİMŞEK

4 Eylül 2012 Salı

Geçenlerde...






   Nereye giderseniz gidin bunu fark edersiniz. Dünya üzerinde büyük bir tüketim çılgınlığı var. Sonu gelmez. Gelirse yaşam kalmaz...Üretimden çok tüketime odaklı bir yapımız var. En azından benim  dünyamdan gördüğüm kadar. Doğal da böyle olması.İnsan hep olsun ister dahası. Ama üretime gelince hareket etmez parmakları, düşünceleri, kalbi...Nereden baksanız ilişkilerde de var bu. Duygu tüketimi.Sanıyoruz ki elimizdeki duyguyu harcayınca üretecek birileri bulunur. Sanıyoruz ki doğru yolu budur ve sevgi bitmez tükenmez bir sudur. Hata. Yanlış. İnanılmaz bir yok oluş bu.Arkanıza bir dönüp bakın.Hangi harcadığınız sevgi size geri döndü eskisi gibi, heyecanlı halde yani.Zor. İlişki durumları gariptir.Farkındaysanız aşk demiyorum çünkü aşk iki taraflı bir durum olmaya da bilir.Ama ulaşılan bir ilişkiyi sürdürebiliyor olmak, bir yandan elinizde onu tutarken bir yandan üzerine aynı kişi için duygularınızı sergiliyor olmak kolay değildir.Sevgilinizle elli kez sinemaya gitmişseniz elli birincide de aynı heyecanı duymak, akşam olsa da onu görsem diye belki de bininci kez düşünmek , hatta bunları saymadan yapabilmek kolay değildir.'İyi geceler' mesajlarından tutun da 'Görüşürüz.' diyebilmek, yani gerçekten görüşeceğinizi bile bile hala onun yüzüne içtenlikle gülebilmek de duygu ister.Özveri.Sevgi.Yani çıktığınız adalar yolculuğunda ikili bisikleti kullanabilmek gibi bir şey bu .Elbet sarf edilen efor birebir aynı olamayacak ama birisi yorulunca diğeriyle yer değiştirilecek.
   Geçenlerde kalbim acıyor sandım, durdum, bir nefes aldım, sanırım saklayabilirim dedim ve yoluma devam ettim ben.Evet ettim çünkü yolun sonuna olmasa da daha yenileriyle karşılaşacağını bildiğim bir yol ayrımına geldim.Doğrusunu söylemek gerekirse, kendimle de yüzleşmedim değil.. Bir arkadaşla yaptığımız bir sohbet sırasında yalnızlık hakkında düşünceler türettik türettik durduk ama en sonunda geldiğimiz nokta da yine sade ,kısa öz ve doğru bir cevap bulduk.Hepimiz yalnızız.Bir dakika bile boş kalmasak, uyurken başkalarıyla uyusak, gezerken dört beş kişi olsak hatta içerken bile kalabalık bir ortam oluştursak da yine de yalnız yapıyoruz tüm bunları. Çünkü daha bilemiyoruz hayatı, bir dakika sonra nelerin olacağını, bize kimlerin iyilik yapıp kimlerin sırtımızdan vuracağını.
   Geçenlerde yalnız kaldığımı fark ettim yine, yeniden. Keşke bana değen yalnızlık karşımdakilere de değecekmiş kadar etkileyebilseydi ruhum onları dedim.('Onlar' derken elbette var bir kaç insan çevremde, sizin de vardı çevrenizde, hatta onlar dediklerimin çevrelerinde.Uzatmayalım,tümüne birden onlar diyelim işte.)
   Geçenlerde kendimi çoktan unuttuğumu sandım..Panikledim...Başkalarının aynada gördüğüm kızı bana anlatmasına gerek yoktu .Endişelendim.Artık ne dinlerim başka bir ağzı, ne inanırım başka bir düşünceye, ne de kendimi bırakırım.Unuttum nasıl biriyim ama yine tanırım, başarırım.
   Geçenlerde bir çok şeyi yapmak ve söylemek için geç kaldığımı düşündüm.Hani bazı şarkılar vardır siz hiç duymamışsınızdır ama bazıları o şarkıları yıllardır dinliyordur.Geç kaldığınızı sanırsınız ya radyoyu açmak için.Yapmayın, öyle sanmayın, bu haksızlık olurdu o şarkılara inanın.Belki yaşınız kadar geç kaldınız yapmayı düşündüğünüz, hayal ettiğiniz, konuşmak veya susmak istediğiniz şeyler için ama bir o kadar zamanınız daha olduğunu hatırlayın. Mesela saat öğlen  12 de uyandığınızda 'eyvah gene tüm günü yedim' diye hayıflanacağınıza geri kalan 12 saati verimli kullanın.
   Geçenlerde bir arkadaşım yazılarımı okuyup yorum yaptı. 'Yalnız fazla karanlık yazıların ya, gece gece sıkıntı yarattı.' Gayriihtiyari dedim ki 'İçimdeki sıkıntıları oraya döküyorum ki size neşeli yanım kalsın ' Hoşuna gitti cevabım ...Söylediklerimi biraz da olsa düşünüp beni anlamaya çalışan insanlara saygım sonsuz olduğundan , yani ben bir filozof olmadığımdan ve insanlardan eleştiri umduğumdan ,ben de burada paylaştım.
   İşte geçenlerde uyuyorum, bir rüya gördüm, o baloncu amcadan tüm balonları aldığım.Böyle 15-20 tane balonu elimde tutunca hooopp bir anda havalara uçtuğum, bulutlara dokunduğum, sonra dünyaya bir de başka türlü baktığım bir rüya...Savaşlar, ölümler , aşklar, entrikalar, hain planlar, mutlu gülen suratlar, mutsuz olan insanlar, okumaya çalışan çocuklar , kandırılan toplumlar ve daha bir çok şey görüp tanık oldum...Doğrusu tahminlerim vardı bu konu hakkında ama  aynı dakikada birileri yaşamını yitirirken birilerinin anlamsız hesaplaşmalar için birbirine girdiğini görünce , ben de bir garip oldum, fazlasıyla soğudum...

                                                                                                          Yağmur ŞİMŞEK




30 Ağustos 2012 Perşembe

Belki de hiç kalmayız..

Güvenmeyin bize..
Çünkü biz gideriz.
Baktın olmuyor, kalmıyor herhangi bir şey yapabileceğimiz,
Gideriz...
Yok öyle hemen değil bu söylenenler..
Önce biraz şans veririz..
Arkadaşlarımıza, hayatımıza, hayallerimize, duyduğumuza, gördüğümüze, yaşadıklarımıza, kısacası bizi çevreleyen her şeye biraz şans...
Ama eğer bir bir kalbimiz kırılıyorsa, biz de artık biteriz.
Bazen güle oynaya gideriz,
Bazen istemeyerek bitiririz.
Kimimiz ayrılığı yalnız seçeriz,
Kimimiz alır yanına birini,
Terk etmeyi bile paylaşmak isteriz.
Çünkü aslında biz bunu istememişizdir,
Ama durum bunu gerektirmiştir...
'Hem bu durum dediğimiz de nedir, bizi böyle her istediğinde sürükleyemez'.diye bağırmak istemişizdir,
Ama ardımıza bir an dönüp baktığımız an kaoslar yine bizi buna sürüklemiştir.

Yaşımız kaç olursa olsun fark  etmez bu.
Gidesimiz gelmiştir bir kere...
Aklımızda özgürlük vardır belki , belki bir yaşama telaşesi, mutlu olabilme düşüncesi,  yeni yerler keşfetme dürtüsü, daha iyi olur önsezisi...Bütün bunları koyarız valizimize , hatta bazen küçük bir sırt çantasına bile sığabilir binlerce düşünce.. Alır başımızı gideriz..Öyle bir gideriz ki hesap sorulmasına bile vakit kalmaz ki zaten anca böyle gidenler gerçekten gitmiş olurlar, diğer türlü bir anlamı bile olmaz.



Dedim ya bazen bir kaç kişiyiz...
Yanlış anlaşılırız, düzeltmeye çalışırız ve yine anlaşılamadan gideriz.. Çünkü fark ederiz ki herkes kendine doğru, biliriz ki her hareket sahibine mantıklı, biliriz ki bazen acı da olsa bazı gidişatların sonu olmalı.


Kaybedecek bir şeyimiz yoktur bazen ve belki de hep bu yüzden gideriz. Kalsak daha iyisi olmayacaktır bunun bilincine olmayı pek de sevmeyiz..

İnsanoğlu bu doyumsuzdur, hep daha iyiye, hep daha güzele ulaşmak isteriz.Aklımızda kalır çünkü sonra, keşke kalmasaydık da gitse miydik?
Susmasaydık da söylese miydik diye kendimizi mahvederiz.

Derin bir nefes alır ve kararımızı veririz.. Bize öyle sonsuza kadar filan güvenmeyin, gidebileceksek gideriz...Hem öyle bazen tek söz bile etmeyiz, bazılarını deli ederiz.Kimileri bir açıklama bekliyorken henüz, çoktan biletimizi alıveririz.

Öyle bir gideriz ki , bir saniye bile aklımızdan geçmeyebilir geçmiş günlerimiz, bir saniye bile aklımızın ucuna gelmeyebilir gelecek kaygılarımız...Eğer hak etmişsek gitmeyi, kimseye bir şey sormayız....Kaybedecek bir şeyimiz kalmamışsa kurtarmaya çalışmayız..
Hepimiz birbirimiz gibiyiz aslında.
Yeni bir hikayenin içine girerken sanki hiç çıkmayacakmış gibi,
Elimiz boş gelmeden planlar ve hayaller doldururuz çantamıza...
Sonra bir bakmışsın misafir gibi oturuyoruz koltukta...
İyisi mi tokuşsun kadehlerimiz..
Nasıl olsa kısa sürebilir ziyaretimiz...

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Ter(A)zi kendi söküğünü dikemez...



  Tatilim ben pek tatmin olamadan bitti.Sahilden  izler var hala, güneşten , sıcaktan, sevdiklerimden okuduğum romandan ...
   Yine bir şeyleri telafi etmeye çalışmalar, yepyeni kararlar almalar, önümüzdeki aylar için planlamalar, ama ne derim ben hep ;ter(A)zi kendi söküğünü dikemez, iyice parçalar.Hata yapsam da ders alsam da , gün geliyor unuturum ne dersi aldığımı, tekrar yapılmayan şey unutulur ya hani. Basite indirgeyelim bunu,  yabancı bir dili öğrenmek gibi hayat .Neyse ki saatlerle  değil de saliselerle yaşamamız gerektiğinin farkındayım bu ara .Dünyamıza misafir ettiğimiz her salisenin değeri var hemen algılayamasak da. Sabahın en erken saatlerinde kalkabilmek zordur mesela.O saatte vücudunuzu ürperten denize girebilmek de .Hatta geceye kaldığı yerden devam edip sabahlayabilmek de zor gelir bazen.Ama değer. Hepsini severim.  Alarmımın sabah 4te çalıp beni uyandırmasını da ,uyuyakalıp gecenin bir yarısı istem dışı kalkmayı da. Her saatin ayrı bir gizemi vardır hayatta. Siz farkında olmadığınız her dakika, yeni bir şey  ekleniyordur ruhunuza.
* 'Denizi ve güneşi,en erken ve en geç saatlerinde yaşamamış olanlar daima ortalama insanlar olarak kalacaklardır' (Buket Uzuner)

    Oldum olası hissettiği gibi görünebilen bir insan olamadım.Ne gözyaşlarımı olması gereken zamanlarda akıtabildim ne de gülücüklerimi hak ettikleri zamanlar da paylaşabildim...Öfkeli olduğumda birine bağırabilmeyi ben de isterdim.Olduğum gibi göründüğümün yanı sıra hissettiğim gibi davranabilmeyi yani. Kendime nasıl bir deniz yarattıysam uçsuz bucaksız gibiyim.Sözüm ona açık sözlüyüm, ama sorun herkese ,açık denizdeyim...Kimsenin bilmediği ne hikayeler biliyorum, ne insanlar tanıyorum, ne hayaller kuruyorum, çeşit çeşit düşler içerisine giriyorum.Kendimle hesaplaşmalarımı yalnız yaşamalıyım..Kimse rahatsız etmesin, yorum yapabilmesin diye. Eleştiriye açığım ama önce kendimi eleştireyim diyorum.Başkalarından rica edene kadar  ben aynayı  kendime tutayım diye..Biliyorum..Etrafımı tanıyorum... Hangi durumlarda nasıl yaşamlarımızın olduğunu, nasıl bir oyunun içine sokulduğumuzu görebiliyorum.
*'Zaferin olmasam da aydınlığın insanıyım..' (Buket Uzuner) Bütün sınavları veremesem, tüm yarışları kazanamasam da ışığı gördükten sonra ulaşmak için her türlü yola varım. Doğrunun yanında olurum..İçimdeki sıkıntılar git gide büyüse de korkmuyorum.. Çünkü alıştım artık. Değişime ayak uydursam da , içimdeki şehirde aynı hayatı yaşıyorum..
*'Bütün dalgaların derinde boğuştuğu büyük bir göl gibiydim ben, hala öyledir...'(Buket Uzuner)


Şimdi emin adımlarla kurguladığım dünyaya doğru yürüyorum...İçimde kimseye öfkem yok, kaybolma endişem, kırılma düşüncem yok...Hiç bir sebepten dolayı ağlayasım, kimseyi  de unutasım yok..Hayatıma giren herkesten dakikalar çaldım ben, onlar da benden...Bir şeyler paylaştık isteyerek veya istemeden.Bildiğim tek şey hayatımda kimler için endişeleneceğim gerçeği.Durup da şöyle bir etrafına bak, hiç durur mu sanıyorsun bu saat? Katabildiğin kadar renk, bulabildiğin kadar çeşitlilik kat....Aslında sabah uyandığında aklına gelenlerle yaşanmalı hayat..

                                        Not:Buket Uzuner'in 'Yazın Öyküleri' isimli romanından alıntılar yapılmıştır.
                                                                                                 Yağmur ŞİMŞEK