20 Kasım 2013 Çarşamba

Jezabel...Jezz.....

"İstersem geri dönerim" diye diye gitti Jezabel...
(ona arkadaşları arasında kısaca Jezz derler)
Tabi ya , onu istemeyeceklerdi de kimi isteyeceklerdi insanlar
Kendimi bildim bileli böyle bir kibir görmedim ben
Böyle hırs, böyle şiddetli bir ihtiras.
İndirdi yere , ne var ne yoksa evin içerisinde ...
İndirdiği yetmiyormuş gibi, hakaretler yağdırdı hem de.
Bense sustum...
Ne yapılabilirdi ki konuşulamayan bir sevgi için ..
Öyle agresif olduğuna, öfke nöbetleri geçirdiğine hiç bakmıyorum şahsen.
Biliyorum çünkü, ben de onun kalbindeyim için için.
Ama oluru yok bu işin.
O öyle zannediyor
Bana da bazen öyle geliyor.
Ateşle baruttan ziyade
Kerevizle karnabahar gibiyiz biz;
Yenmesek de olur yani...
Aslında ben ikisini de çok severim de, o "ben sevmem" diye diye gitti.
Hava da soğuk gibiydi, deli gibi de rüzgarlı.
Kendi esintisini de ekleyip toz oldu şimdi.
Almıştır umarım atkısını ve beresini.
Ayağında çizme vardı gördüm, iyi bari...
Ama böyle fevrilik, böyle intikam görmedim ben
İyice ezerek söndürdü zaten hiç yakılmamış bir ilişkiyi.
Off be Jezz.
Ben sana ne yaptım ki?
Ne yaptıysak birlikte yapmamış mıydık sanki?
Ancak bu kadar olabilirdi bir iftira hali.
O hafif çocuksu dalgalı, çikolata rengi saçlarından mı yoksa bu güven?
Yoksa sen konuşmazdın öyle ne dediğini bilmez gibi
Sahi, duyuyor mu kulakların, ağzının ne dediğini?

"Belki de izim kaybolur " diye diye gitti Jezz...
Arkasına bakmaya bakmaya,
Bir açıklama yapmaya yapmaya gitti.
Ekmek kırıntılarını yoluna işaret bırakmaya bırakmaya gitti.
Biliyordu çünkü, bizim sevgimiz biraz garipti
ve
İsterse geri dönebilirdi ....

(ışıklar kapanır, 3erli gruplar halinde dansçı ve oyuncular sahneye girerler ,
ve ellerinde ayna tutarak şarkı söylemeye başlarlar.
Arkada orkestra olmalıdır.
Şaşalı, gürültülü, emir veren şekilde davul vuruşları...)

https://soundcloud.com/ya-mur-im-ek/jezabell

Bak Jezabel aynada gördüğünle aynı değilsin
Çokça zaman gergin ve  biraz da öfkelisin
Ne yaptıysam söyle ya da söyleme
sen bilirsin en iyisini sen bilirsin
ama bak Jezz, bir an önce gitmelisin

sanki ben de çok meraklıydım konuşmaya
çok meraklıydım içimi döküp anlatmaya
hep istemiştim düşlerimdeki  gibi olsun her şey

karnabaharla kereviz, bu muyuz, biz neyiz?
aşkından ölsem bile /gebersem bile
Sen gidiyorsan  Jezz gideriz...
bitti diyorsan biteriz
kahve içiyorsan ,
bir kahveye de bekleriz...




18 Ekim 2013 Cuma

Kenan'ın Yalan Hikayesi

Kenan gece lambasını yaktı.Yavaşça kalktı yatağından.Çünkü yastığı rahatsız etti.Gece saat on birdi ve hala aldığı nefesin onu huzursuz ettiğini fark etti..(of ne kadar çok 'etmek' fiili var)
Çünkü yalan söyledi, kimse bilmese de o biliyor.
Bir yudum su içerse, bir derin nefes alırsa geçer sandı.(Aramızda kalsın ama ne kadar da aptal bu adam.Hiç bir yudum suyla, bir derin nefesle geçer mi yalan söylemenin pişmanlığı, hayır ben zamanında yaşadım oradan biliyorum. Hele bir de kendine söylediğin yalan var ya, o çok fena bir huzursuzluk sebebi.Neyse bu sefer konuyu kendime çekmemeye kararlıyım, konumuz Kenan'ın yastığı veya rahatsızlığı , işte zaten çok rahatsız bir insan kendisi oturuşundan bile belliydi hep.)
Aslında ne yapması gerektiğinin farkındaydı.
O numarayı çevirecek, konuşmak isteyecek, muhtemelen reddedilecek ama yılmayacaktı.İpin ucunu bırakmamalı, işi sonuca odaklamalıydı , yoksa bu yalan var ya onu mahvederdi, yakardı.
Eli telefona gitti ama her zamanki gibi bir bahane buldu çevirmemek için, saat çok geç olmuştu.Ya şimdi uygunsuz bir durumdaysa ya da uyuyorsa?(Nedense aklına ilk uygunsuz durumda olduğu gelmişti, çünkü Kenan kendisi zaten çok uygunsuz biriydi.Hiç bir zaman uygun olan şeyleri düşünmezdi, ortam çocuğu işte ne beklenirdi ki.)
Sabahı bekledi.(Heh evet ondan anca sabaha kadar beklemesi beklenirdi.Bir insanın hayatından 5-6 saat daha çalması. )
Uyandı.Kahve makinesinin düğmesine bastı.Kapıyı açtı, kapıcının ekmek ve gazete bırakmış olması gerekliydi , diye düşündü ama sonra da ben kapıya öyle bir not koymamıştım ki, dedi kendi kendine ve kapıyı geri kapattı. Kahvesini koydu.Bir yudum aldı.Bir yudum daha...(Aaa kahve ...Şeker atmış  mıydın Kenan?Hayır ben atmıyorum da.. Neyse...)
Sonra birden gözlerini dikti camdan dışarı. Açtı gözlerini, ovuşturdu, havaya iyice baktı.Aman tanrım ne kadar da güzeldi.Güneşli ama serin, serin ama üşütmeyen , üşütmeyen ama yine de ceketin yokluğunu hissettiren, ceketin yokluğunu hissettiren ama ceketsiz de yaşatan bir havaydı.Bu havayı değerlendirmeliydi tam ceketini alıp dışarı çıkacaktı ki aklına yarım bıraktığı tamamlamadığı bir iş geldi.(Bir önceki geceki telefon görüşmesini yapacak sandınız değil mi? Ben de öyle ama meğersem tamamlanmamış iş dediği, kendi işiyle ilgiliymiş göndermesi gereken bir evrak.O kadar gamsız işte siz düşünün gerisini.) 
Evrakları e-postaladı iş arkadaşına.Kahvesinden son yudumunu da almayı ihmal etmedi giderayak.Yüzünü ekşitti , soğumuş diye kahve. (İçebileceğin kadar koy  o zaman Kenan , sırf israfsın be adamım.)
Çıktı dışarı. Cep telefonu çalmaya başladığı an sanki kulağının içinde çalıyormuşcasına irkildi.(Evet evet işte o an aklına geldi o telefon görüşmesi ;birinci çinko.)
Arayan ona göre gereksiz insanlardan biriydi. Açmadı. Önce araması gereken kişiyi aramalıydı.Cebindeki kartı çıkardı, çevirdi, içinden "eğer sonuna kadar çaldırdıktan sonra açmazsa bir daha aramam bu konu da böylelikle kapanmış olur" diye geçirdi. Çaldırmaya başladı.Telefon bir kaç kez çaldı ama açan olmadı..
Kenan tam "ben elimden geleni yaptım" diyerek  kendini ömür boyu sürecek bir yalana tutsak edecekti ki telefon yeniden çalmaya başladı. Bu sefer aslında tam da gerekli biriydi arayan.Parmağı hafiften titredi tuşa basarken, hafiften yutkundu, ve aramayı cevapla tuşuna bastı.
-Beni aramışsın?
-Evet Asya, seninle bir şey konuşmam lazım...


Not: Kenan ismi şimdilik benim uydurmam olmakla birlikte , gerçeği de yansıtıyor olabilir.Siz yine de dikkat edin Kenan'a, Ahmet'e, Mehmet'e...

15 Ekim 2013 Salı

Fark Etmez...

O anlamaz,
Öteki bilmez,
Berikinin gerçekleri olduğu gibi anlatmaya zamanı olmaz,
Ama ne hikmetse , kendi ürettikleri iftiraları,  gerçek sanacak dereceye gelecek kadar zamanlarını harcayıp, kafalarında kurup oynatmaya üşenmeyip, ürettiklerini en yakınlarında buldukları dedikodu makinesine aktarırlar.
Yani olanları değil olmayanları olmuş sayıp, olmuş sandırırlar.
Çok acayiptir bu tip insan modeli.
"Çoh acayiptir" dersem daha etkili olabilir.<Orada bir düşünme payı katıyor 'h' ünsüzü ve 'o' ünlüsünü söylerken uzatınca, bana öyle gelir>
Boşluktan mıdır,
Kafasının boşluğundan mıdır,
Ottan mıdır böcekten midir bilinmez...
Kıskançlık vardır belki ,
Belki de geçmişten gelen bir intikamın günümüze uyarlanmış şekli; ama bana sorarsan o gemi çok fazla yürümez.
Komşudan malzeme isteyerek bir kaç günden fazla yemek çıkaramazsın ortaya çünkü.
Sen ne kadar yaratıcı olursan  ol,
Elindeki malzemeler bitti mi,
Gelir senin de yemeklerinin son kullanma tarihi.
Hikayenin başında da ortasında da sen olmalısın ki yaşadığın ,
Senin istediğin gibi devam edebilmeli kendi adına anlatacağın..
Onun, ötekinin ve berikinin yaşadıklarından kendi ağzına bal çalarak  devam edemezsin yaşantına.
Sana da bir iki çizik atılmalı
Senin de kalbin yerinden çıkmalı
Sen de aşk acısı çekmelisin,
Bir iki kadeh  içse bile ağlamalı....
Anlamayı istemlisin ki anlayabilesin.
Birilerine gülümsemeyi bilmelisin
Bilmelisin ki biri başkasına gülümsediğinde, beynin bunu yanlış kaydetmesin.
Sen hep güzelsin,
Bırak da kalbin bunu karakterine itiraf etsin...


7 Ekim 2013 Pazartesi

05/10/2013

......Hava ılık ve ben deniz kabukları topluyorum.
Bir taraftan da kumdan kaleler yapıyoruz  kardeşimle.
Elimi açıyorum, 
'Bak, şimdilik bu kadar toplayabildim, ama ne kadar da değişikler değil mi?' diyorum
Bakıyor...
Topladığım deniz kabuklarının ne kadar  farklı olduğunu o da görsün istiyorum.
Gülümsüyor...
Ona gülümsemeyi yakıştırıyorum.
Espri yapmayı da yakıştırıyorum ve muhtemelen zeki bir espri yapıyor deniz kabuklarım üzerinden;
Devam ediyorum kumsalda yürümeye.
Ayağım suya bata çıka,
Yüzüm güneşe dönük,
Gözlerimi kısa kısa,
Hangi deniz kabuğunun toplanmaya daha değer olduğunu anlamaya çalışıyorum.
Arada da ona soruyorum.
Pek yorum yapmıyor...
'Topla işte ne fark eder,
Sonuçta senin olacaklar ve elinde taşıyacaksın 'diyor.
Onun benden daha farklı bir bakış açısı oldu her zaman
Ve bazen özendim de aslında.
Çünkü siz neyi alıp hayatınıza koyduğunuzun farkında olmadan geçiverir zaman.
Benimki de geçiyor.
Hava kararırken hafif bir yağmur başlıyor.
İyi oldu bu,  diyorum 
......deniz kabuklarım arınmış olur daha iyi görürüm renklerini, şekillerini, çizgilerini belki....'
Sanki gidip kendim de yıkayamayacakmışım gibi
Çocuğum işte..
Hala çocuğum...
Şikayetçi de olmadım hiç.
Müzik dedim sonra.
Müzik eksik.
Kafamda çalmaya başladı bir şeyler
Ne yazarı belli ne bestecisi
Belki de ben uydurdum bilemiyorum
Ama çalıyorum...
Böylesi muhtemelen daha iyi..
Dönelim artık, diyor.
'Dur biraz daha kalalım, hangilerini alacağımı seçeyim, bak mesela bu biraz çirkin bir kabuk, atayım denize'diyorum.
Sonra yüzüme bakınca öyle uzun uzun 
Bir kez daha düşünüyorum
Acaba bu da mı olsa.
Çünkü çirkin veya değil,
Benim elime geçmiş,
Toplamışım, benimle buralara kadar gelmiş
Bir anlamı olmalı ki benim hikayeme girmeyi seçmiş
Sonra kararlıca başımı yukarı kaldırıp 'Neyse kalsın' diyorum.
Şimdi suya verirsem götürür.
<Çünkü yaşadım bir kaç kez öyle bir şey...>
Ellerimiz kollarımız şekilli-şekilsiz, renkli-renksiz kabuklarla dolu ,
Yaptığımız kumdan kalenin dalgalar yüzünden mahvolacağını bile bile dönüş yoluna geçiyoruz.
Olsun bir daha yaparız diyoruz.
Sen ve ben olduğumuz sürece 
Bize değer veren insanlarla
Yarattığımız kalemizde mutlu olduğumuz sürece,
Sonrasından hiç kaçmayız.
(Sonra tatlı bir uykudan nasıl uyanırsa insan öyle uyanmışım bu gerçek rüyadan..)
Aslında öyle,
Her geçen sene geriye bakıp,
Şimdiyi yaşayıp,
İleriyi  planlarız...
Sonra bir kırılma noktası gelir
Ve hepsini birbirine karıştırırız.
'Geri'sini unutmayız belki ama, olan bitenle değil,
Başımıza gelecek  ve bitmeyecek olanla yaşarız
Topladığımız deniz kabuklarını, aynı özenle saklarız...
Tartarız, eleriz, dersimizi çıkarır yolumuza devam ederiz.
En azından deneriz;)










19 Eylül 2013 Perşembe

Zarif Bir Örtü...

Masanın üzerinde hepsi.
Zarif bir örtü sermişler.
İşlemeli.
O defteri kaybetmiştim, bulmuşlar.
Ama hala kayıp gibi...
Bu kadar kolay mıydı gerçekten?
Çünkü bütün hüzünlerim, sevinçlerim
Kırgınlıklarım, hazlarım,
Kahkahalarım, göz yaşlarım
Hepsi bir masada, hatta zarif bir örtünün içinde toplanabileceklermiş gibi gelmezdi bana...
Kendilerininmişçesine hem de, çekinmemişler;
İçtiğim kahvelerin , şekilsiz kupalarını bile unutmamışlar.
Yıkamadan koymaya da utanmamışlar.
Neyim varsa kendime sakladığım,
Kullanmaya kıyamadığım,
Bütün o cümlelerimi, biriktirdiklerimi,
Bir seferde harcamışlar.....
Belli biraz yüzlerinden, gece rüyalarında filan görmüşler.
Birinin yokluğu zor gelir insana.
Benim gelmişse de onlara, pek göstermemişler.
Her şeyim hazırmış, yerim bile belli,
Çok uğraşmışlar, çok çabalamışlar,
Öyle demişler, çok özen göstermişler
Samimiyetlerinden şüphem yok hani ama
Terslik olmuş herhalde,
Bir bana haber vermemişler...





-Ben de sonra sinirlenince, örtüyü hızlıca çekip savurunca tabi, hiç bir şey kalmamış geriye....

29 Ağustos 2013 Perşembe

Çilek ile Kivi Konuşurken, Dönüşürler...

çilek-Beynimin içindeki böcek düşüncelerimi kemiriyor.
kivi-Bazı şeyleri insanlar kendi kendilerine yapar
çilek-Umurumda mı sanıyorsunuz söylediğiniz kelimeler?
kivi-Bazen kelimeler kocaman bir geçmiştir.
çilek-Eğer geçmişinizin başı ve sonu bir hikaye olamayacak kadar birbirine girmişse ne önemi var dediğinizin
kivi , gerçi kim olduğunun önemi yok - Anlasanıza işte bugün güzel görünebilsin diye günah keçisi oldu dün
ha çilek ha kivi- Anlayabilsem keşke, sonu bir türlü belli olamayacak bir yarıştayım sanki.
ne fark eder ki-Çok yormayın kendinizi bazen siz günlerinizi, üzüntülerinizi, cümlelerinizi feda edersiniz , sonra bir bakmışsınız asıl fedai kendiniz...
isimlerin olduğu kadar -Bazen düşünmeden duramıyorum, bazen de öyle şeyler düşünüyorum ki durmak zorunda kalıyorum
nelerin yaşandığının da önemi var -Düşünmek aslında somut bir şeydir yani aslında sizin kendinize kurduğunuz düşünce birileri tarafından çoktan gerçekleştirilmiştir.
hem içte yaşanılanlar-Yanılıyorsunuz, düşünce o kadar da basit bir şey değil
hem dış dünyamızda olanlar-En iyi veya en kötü nasıl bir şey olabilir ki?
bunların hepsi bir araya gelince-Düşünce bazen insanın elini kolunu bağlar,hani düşünce bir süre hareket edemez ya insanlar, aynı...Sendedir yani, biriktirdiğin her şey gibi...
adına hayat diyorlar-Dikkat edin sürekli tükettiğiniz şey sizin olmayabilir, sizinse çünkü tüketmek zor gelir..
bazen bazı insanlar -Anlamıyorum dediğinizi, neyse...
bu durumu sindiremeyip-Sizce bir gün katıksız huzur bulabilecek miyiz?
çok bayat karşılıyorlar-Bilmem.Huzuru ne sağlar, kim getirir, kim hisseder bilemiyorum
herkesin algısı farklı tabi-Belki bir insanla ortak bir şeyler yaşayabiliyor olmak yeterlidir
bakış açısı-Zaten bir insanın varlığı yetiyorsa konu kapanmıştır
hayali-Anlaması da çok önemli ama...
kaygısı-Ohoo orda durun , beni zaten anlayabilen birisi olursa önce bana anlatmalı ve sonra beni anlamalıyız birlikte!
bana kalırsa tek bir cevap olmadığı gibi-Oluyor insanın hayatında bazen öyle dönemler;ben de kendimi eskiden bilirdim, yani kendimi öyle bilirdim.
doğru düzgün sorulmuş bir soru da yok-Nedir ki sizin kendinizi değişik bilmenize sebep olacak şey?
e hal ve durum böyle olunca-Hadi ama kaldır gözlerindeki yırtık perdeleri, bir kez olsun görmeye çalış gerçeği.
yorum yapanlar da çok oluyor çok-Yanılıyorsunuz .Ben gerçekçiyim.Öyle ki , insanlara bana ulaşıp beni anlayabilecekleri kadar alanı veririm  ama yeri gelince pişmanlık duymadan geri de alabilirim.Kendime bunu açıkça söyleyebilecek kadar da gerçekçiyim işte .
bize düşen her şeyi kendi terazimizde tartıp- Sizi üzen her şeyi önünüze bir engel gibi koyup ilerisine gitmemek için bahaneler uyduruyor gibisiniz yapmayın, üzmüşse o olanlar sizi, eski siz olmayın.
bize ağır geleni -Yaptıklarımı anlamayan insanlar, yapabilecekleri kadar konuşsunlar yeter bana .
kendi yolumuz için seçebilmek -Yaşanmışlığınıza inat yaşayın bazı şeyleri, kaybetmişliğinize inat, yaşayacaklarınızı kazanırsınız belki
öteki türlü zor, ilerleyebilmek-Güzel cümle teşekkür ederim
önümüzde dururken binlerce seçenek- Bir gün gelir de , eğer ki saklamak istersem bir şeyleri, ben de size söyleyeceğim tek dostum sizmişsiniz gibi.Çünkü  yalnızken  zor bazen  karar verebilmek, önümde dururken binlerce seçenek.


14 Ağustos 2013 Çarşamba

Olur ... Olmaz...

Olmayacağı tutar.
Aslında olması için her şey olgunlaşmıştır.
Bir şey çok önceden girivermiştir aklına ,
Onsuz da olacaktır, onunla da olacak gibidir ama bir türlü olmayıverir.
Hani hiç bir şey olmaz ya.
Kırmızı tutmaz, mor iyileşmez, sarı desen sevmez, turuncuyu giyemez, siyahtan vazgeçemez, beyazdan korkar, saçmalar durursun...
Öyle bir durumun başa geleceği tutar işte.
Çayı koyup soğuduktan sonra içen insanlar gibi beklemeye alırsın kendini, bütün  her şeyi.
Ama sonuçta , eninde sonunda, önünde veya arkanda bir şekilde bir şeyler kalacak gibi;
Tıpkı o insanların, bekleme sonrası o çayı içtiği gibi.
Öyle düşünürsün ve ciddi ciddi öyle olur.
'İnsan ne düşünürse başına o gelir' mantığını sadece olumsuz durumlarda kullanır olursun,
Hırpalar durursun kendini , aman ne iyi...
Hem hakikaten merak ederim,
İlk başta olmayacağını söyleyen kimdi?

Neyse görünen o ki olmamış, ben de bunu olamadı diye kayıtlara geçirmişim
Sen de geçirmişsindir.
Dedim ya eninde sonunda, önünde veya arkanda kalıverir bir şeyler.
Hava da bir sıcak bir soğukmuşsa demek ki.
Evet evet, bence bu durum  havayla ilgili ...

5 Temmuz 2013 Cuma

Ritmi Yakala!

Önce sus...
Kendini dinle.
A yok kalbini değil, kendini...
Kalbin bazen kendin değilmiş gibi olur çünkü.
Sonra dur, önce sağa bak.
Tehlike ummadığın yerden gelecekmiş gibi...
Sonra konuş..
Bir kaç cümle , çok değil.
Aşina olduğun, içinde kavrulduğun bir kaç kelimeyi birleştir.
Anlamaya çalışsınlar seni...
Bu çok umrundaymış gibi yap , mutlu olacaklardır , her hallerinden belli...
Görmeye çalış.
Sonucu değil, nedenini.
Nedeni bulunca geçmişini de gör.
Uğraş biraz, hemen çakmaz çünkü ateş.
Yürü...
Yoruluncaya kadar değil,
Ayakların kopuncaya kadar değil,
Zevk almayı bıraktığın ana kadar yürü.
Çünkü bir sürü yer cezbedebilir seni ve sen çoktan yorulmuş olabilirsin
Çünkü bir sürü yer kalmış olabilir geriye ama sen çoktan ayakların kopmuş gibi hissedebilirsin
Ama yine de yürümeye and içmisindir ve yoluna devam edebilirsin.
Çünkü sen ruhunu doldurmadan, içine buz atmadan, yanına su koymadan, çatalına peynir dokundurmadan içmeyenlerdensin...
Müziğin sesini aç...
Seni dış dünyadan koparacak kadar sesli,
Başını ağrıtmayacak kadar hafif gelsin kulağına.
Neyi dinlersen dinle,
Hayatından bir kesit çalsın aklına...
Yürüdüğün her adımda,
Sustuğun her dakikada,
Kaybolduğun her sokakta,
Kalbinde bulamasan da kendinde,
Hayal meyal bir kaç cümle içinde,
Belki biraz kadehinde,
Hiç düşünme ,  bir dakika bile...
Ritmi yakala!
                                                                                  Yağmur Şimşek.




24 Haziran 2013 Pazartesi

son(uçta) sen varsın yine...

Bulamadınız değil mi? 
En azından ben bulamadım demeliyim, sizi de bu işe alet etmeyeyim...
İşte bir süreliğine kaçtım  ben de...
Saatimi durdurdum,
Çocukluğumu yanıma aldım,
Anahtarlarımı terk edip, yeni anahtarla uyandım..
Evet, bilerek yaptım...
Başka bir ülkede,
Bambaşka dillerle, isimlerle,
Acayip hayatlarla başbaşayım...
Belki de sadece bu  hayattan ne istediğimi bulabilmek için .
Bir dakika, galiba hatları karıştırdım..
Sadece havalanında yaşı biraz ortalamanın üzerinde olan bir teyzeyle konuştuklarımızı anlatacaktım, konu nereden nereye geldi yahu;

Üç buçuk saatlik bir yolculuğun ardından nihayet London-Gatwick Havaalanı'na inmiştik.Bu kez içimde öyle tereddüt filan yoktu çünkü bu havaalanını tanıyordum ve hangi otobüs veya tren için bilet almam gerektiğini de biliyordum açıkçası.Neyse valizleri beklemeye başladık. Bir teyzenin yanına oturdum.Yorgun görünüyordu belli ki yol onu yormuştu (söylemeden geçemeyeceğim, şu İngiliz teyzelerin hangi yaşlarda olurlarsa olsunlar kendilerine olan özgüveni, bakımları, makyaj ve giyimleri her zaman beni benden almıştır.Sanki ergenlik çağındakilerle yer değiştirmiş gibiler bazen.Öyle kızlar görüyorsunuz ki tıpkı kocaman kadın gibi giyiniyor, öyle teyzeler görüyorsunuz ki bir tek piercingi eksik kalıyor.) 5-6 dakikalık sessiz bekleyişin ardından , adını hala bilmediğim teyze bana hangi ülkeden geldiğimi sordu.Çok belli etmişim herhalde yabancı olduğumu .Türkiye'den dedim. Sonra bana öyle güzel, güneşli bir ülkeyi bırakıp, onun tabiriyle, kasvetli, bulutlu, donuk yere neden geldiğimi sordu.Ben de, çünkü güneşli olmasına rağmen 'ampul' yaktılar dedim.Tabi ki anlamadı. Ben de niye öyle bir şey söylediğimi anlamadım; iç güdüsel olarak son zamanlarda her konuşmanın sonunda, ortasında veya başında, ya devlete imalı bir şey söylüyor, ya başbakanımıza gerekli sözleri sarfediyor ya da  en son haberleri duyunca başkalarıyla  paylaşıyordum.Tabi bu arada teyze yüzüme soran gözlerle bakmaya devam ediyordu, ben de bunun , bagajlarımızın gelme süresi kadar kısa bir zamanda anlatılacak bir hikaye olmadığını belirtip, ülkeme yaptığı iltifatlar için teşekkür ettim. Eğitim için geldiğimi, aslına bakarsa Brighton ve Londra'daki sanatsal faaliyetleri bir süre takip etmek istediğimi, farklı ülkelerden insanlar tanıyıp, farklı yaşamları dinlemek istediğimi söyledim. Sonra kızlarının resimlerine bakmamı istediğini söyledi ve cüzdanını çıkardı.İşte o anda biraz garip hissettim. Teyzenin bana uzattığı cüzdanın içi bomboştu yani kızlarının resimleri filan yoktu .Zannediyorum yaşlılıktan gelen, Schizofreni (şizofreni) veya Alzhiemer(alzaymır) gibi  bir hastalığı vardı ve bakıma muhtaçtı.Durumu çaktırmadım, toparlamaya çalıştım olan biteni. Çünkü ülkemin güzelliklerini hatırlayıp bana hesap sorabildiğine göre aslında deli değil sadece yardıma muhtaç bir teyzeydi. Ama yine de yabancıydı ve garipti,  şeker verseydi almazdım o ayrı :)Teyzeye kızlarının çok güzel olduklarını söyledim.Sonra bana hayatla ilgili bir şeyler anlatmaya başladı. Tabi İngiliz İngilizcesi bu hepsini anlamayı beklemiyordum ama aradan bir kaç cümle seçtim kendimce; belki de algıda seçicilik burada da girdi devreye.

'İnsanların düşünceleri var, hepsinin...Kalpleri olmalarını da tercih ederdim...Hepsinin..Hepsi ellerinde ya kalemle, ya tüfekle ya da odunlarla geziyorlar.Bunu neden yapıyorlar biliyor musun?Kalemi taşıyorlar çünkü, sen bir şey yazdığında üzerini ya çizmek isteyecekler ya da  yazdığına bir şey eklemek isteyecekler. Eğer sadece senin yazdıklarının önemli olduğunu düşünüp altlarını çizerlerse, veya senin iyiiliğini düşünüp parantez açıp şöyle daha iyi olurdu gibi düşüncelerini yazarlarsa  şanslısın tatlı kız' dedi.
'Tüfeği yanlarından ayırmıyorlar çünkü, seni olduğun gibi kabul edip bu olgunlukla birlikte yaşayamayacaklar, ya da onlardan daha güçlü birinden emir alıp zayıf kişilikleriyle bu emre karşı koyamayacaklar , sonuç olarak çareyi, çare arayan birini öldürmekte bulacaklar ya da sadece aciz olduklarını daha nasıl belli edebilirler diye düşünüp tüfeğin varlığıyla seni korkutmaya çalışacaklar.Bir gün gelir de bu doldurduğum tüfeğin yönü bana doğru dönerse ne olacak diye sormadan, sevgi yerine nefret ateşlemeye devam edecekler. Odunları var çünkü bazen seni durdurmak isteyecek, daha fazla gelişebiliyor olmanı görmeye dayanamayacaklarından bu odunları yoluna koyacaklar.Ya da bir diğer ihtimal ve yine eğer bu olursa şanslısın, gideceğinde seni özleyeceklerini bildiklerinden yoluna çıkmaya çalışacaklar...Bütün bunlar olurken sen de bir insansın ve senin de elinde bu dediklerimden olacak.
Sadece nasıl, nerede, hangi amaçla kullanacağını bilmen yeterli tabi bu konuda gönüllüysen ancak.'
Sonra dedim ki 'ya şanslıysam?' ...
İlk anlamadı, sonra düşündü biraz kendi söylediklerini.
'Çok fazla seçeneğin yok ama yine de iki veya üç seçenek arasında kaldın demek.İddiaya girerim ki her birinde biraz mutluluk, biraz  hüzün, biraz eğlence olacak; keşfetmen gereken şey ise , hangi yol daha fazla değecek senin ruhuna.'

Sonra kızı geldi..Gerçekten de güzeldi kızı, yalan söylememişim teyzeye.Annesini birlikte oturduğumuz yerden hafifçe kaldırırken, annesi eğer benim başımı ağrıtmışsa diye özür diledi.Tabi ki de önemli değil dedim. Aksine zevk almıştım bu sohbetten.Valizimi aldım ve otobüse binip , Brighton'a merhaba dedim....


--------------
A yok hayır gerçekten yaşamadım böyle bir şey:)
Ama eminim ki ben bu hikayeyi , bu misafir hanenin şirin odasında, düşüncelerimde  yaşarken, dünyanın bir yerinde , herhangi bir teyze bu tarz bir şeyler anlatmış olabilir bir kıza veya oğlana. Anlatmamışsa da kendi bilir.
Şimdi ben kafamdaki seçenekleri nasıl ederim de tartarım, içlerinden ruhuma değenini nasıl seçerim bilemedim.
Belli ki bu gece yine kahveye talibim...

                                                                                                    Yağmur Şimşek

25 Mayıs 2013 Cumartesi

İçiyorsak Sebebi Çok

Hükümeti aldığı kararlardan ötürü tebrik ediyor başarılarının devamını diliyorum.Canı alkol almak istemeyen adamın bile canını çektiriyorlar zaar. Ne de olsa yasaklanan her şey güzel gelir insana.Komşunun bahçesine girme demeyin çocuklarınıza, komşunun bahçesine girip o eriği çalma deyin ki çocuğunuz size erik getirsin, siz de şaheserinizin meyvesini yiyin. Her neyse.
 Bu yasak benim Cemal Süreya aşkımı depreştirdi bir nebze:
"Saat on ikiden sonra bütün içkiler şaraptır." -Cemal Süreya (1990)


Bir de Nil'den bir 'İçiyorsam Sebebi Çok ' diyelim tam olsun.

https://www.youtube.com/watch?v=8bE-Y_J5sZA


Not: Bunca yıl uğraştınız durdunuz. Efes mi Bomonti mi Heineken mı vs vs diye. Hani bu markalı şişe olmayacak hepsi tek düze görünecek kanunu da çıktı ya, heh şimdi ayıklayın pirincin taşını.Hepimizin gideceği yer, giyeceği şey aynıdır sona gelindiğinde düşüncesini hatırlattı bana. Deriz ya 'Üzerine giydiklerin, elinde tuttukların, kazanıp harcadıkların gelmez seninle ilelebet, gideceğimiz yer aynıdır, vardır bunda da bir sebep.'.

30 Nisan 2013 Salı

Biz Severiz Kırmızı...


Öyle ya kadınız ve kırmızıyla sağlamdır bağımız. Aslında ne yapılırsa yapılsın kabullenilmiş gerçeklerden pek de öteye gidilebilinecek kadar az da değildir kırmızı sancımız.Daha 17 yaşında babasının izniyle everilen kızın beline dolanan kuşağından tutun da, 14-15 yaşında yakalanılan adet sancılarına, bunu söylerken utandırılan kızartılan yanaklardan tutun da, atılan tokatlardan kızaran yanaklara kadar.Töre cinayetlerini unutmamak gerek, hepsi borçlu en az bu diyardan göçene ,döktükleri kan  kadar. Yeri gelir şarap gibi kadın oluruz, yeri gelir üzerimizdeki kırmızı elbiseyle çok güzel dururuz.Yeri gelir saçlarımız rüzgar kokar, yeri gelir, ellerde güller kokar.Yemeğin salçalısı, kadının kalçalısına denk düşerseniz tabi sizin de şans kapınızı çalar.
Aşk olur kırmızı, kadınız aşık oluruz...Güneşin doğuşudur bazen kırmızı , severiz tabi kadınız.
Şöyle bir bakıyorum da bu uzun sürece, hayat trafiğine çıkmaya hak kazandığından beri kırmızı ışığı yeşilinden çok yanar kadının trajik bir şekilde.
Çekemeyenlere inat iddia demektir kırmızı, kadın var çekingen, kadın var iddialı...
Peki neden 'alev'lendim ben .('Alev' de kırmızı bir kadın ismidir, seksapeliteyi çağrıştırır , yasaklansın!')
Neden? Kırmızı ruj yasaklanacakmış, çünkü içinde kırmızı bir ruh barındırıyormuş ....
Neden?Ruj dişlere değdiği zaman kötü görüntü oluşturuyormuş.Mantıklı  zannedilip öne sürülen  düşünceye, tabiri caizse bahaneye  zerre kadar inanmadığımdan, bu ilginç tutum  şaşırtmadı beni ama tabi gerçeğin dışına da atmadı.
Ne mi olur yasaklansa? Çok fazla eksikliği hissedilmez, sen kaç kere gördün kırmızı ruj süren hostes, ya da şöyle sorayım sen kaç kere tahrik oldun görünce kırmızı ruj süren hostes? Kaç kere dikkatini çekti de o kırmızı, saldırıya geçtin, aldın yanına kızı? İçinden olur mu öyle şey canım diyorsun, e tabi olur mu öyle şey canım, köpek misin sen,ya da boğa mısın  en basitinden?
Ayıp!insan hısmına böyle hakaret eder mi? Yazık!

Sonra ne mi olmuş? Bilmem...Ama ben yine de her ihtimale karşı evde neyim var neyim yoksa kırmızı olan topladım,malum kafaları karıştırıp dikkatleri çekebilir, e tabi erkek milleti bu belli mi olur, kadın milleti de gariptir bazen, Allah bilir o da kırmızılarımdan huylanıverir.


Önce rujumu sürdüm güzelce.Bir adet KIRMIZI rujumuz var. Sürmeyiveririm bundan sonra, zaten özel günlerde sürüyorum ben ruj muj , boş versene senin beynin kokuşmuş...
Sonra not defterimi buldum kabı KIRMIZI ve yanında da KIRMIZI kalemi.Dedim ki bundan sonra hatırlamayayım geçmişi, zaten şu geldiğimiz durumu gördükçe hatırlamak daha da üzüyor beni.Aptal olayım, elim kalem tutmasın, cahil olayım kimsenin umurunda olmasın...


 Ojelerimi çıkardım meydana.Altı üstü iki tane KIRMIZI oje.Estetik kazandırmak amaçlı sürülür ara sıra tırnaklara; ama benim estetiğim onun dürtüsü olacaksa senin gözünde, varsın oje de olmasın, ne gerek var bunu da yasakla...
 Veeeee KIRMIZI vazom.Şimdiye kadar sadece teyzemin halime acıyıp da çiçeklerle doldurduğu bu vazo kırılsın yerle bir olsun.Neme lazım boş duruyor diye onun bunun aklına girip bana çiçek miçek yollanmasın.


Çiçekler dalında güzel dedik ama sen ona da bir bahane bulursun.
 Tabi bak KIRMIZI fularımla KIRMIZI hırkam ve KIRMIZI bluzumu da getirdim ama bence KIRMIZIyla mı daha çekici olurum ONLARSIZ mı önce bir  muhakeme yapmalısın...
KIRMIZI kupam da dikkatini çekmiştir.Çok da zararlı durmuyor zaar. Biliyor musun bir bundan vazgeçmek bana koyar.Kahve içmeliyim ki beni ayık tutsun, yoksa bu gidişle diğerleriyle bir olup, kaşla göz arası beni uyutursun:!





28 Nisan 2013 Pazar

'....Uçmak isteyen, düşmeyi reddeder mi, rüzgardan vazgeçer mi?...'

Hiç dikkat ettiniz mi?
İçinde bulunduğumuz, başrolü olduğumuz durumlar gitgide farklılaşmakta...Kimim, neyim, neden buradayım diye sorduğumuz zamanlar geride kalmış anladık.Ne kadar çok şey öğrenmişsek öğrenelim yine de toyuz, safız, zayıfız ve çokça zaman gülsek de ağlayınca çok anlamlı  ağlıyoruz artık.Önceden biri bize ip verse halata dönüştürecek gücümüz varken, şimdi kürdan batsa kanadı zannediyoruz elimizi.Halbuki uçmak isteyen, düşmeyi reddeder mi, rüzgardan vazgeçer mi ,  korkar mı sanki.Aslında durumu açıklamak zor değil; Bir yaşam sipariş ettik belki, istenilen şekilde lezzetli değildi.Bir aşk yaşamak istedik belki,sizdeki duygularla, duyguların sahibi bir araya gelemedi.Zor değil açıklaması...Yeni bir insan olacaktınız tabi ama , bunun için bulduğunuz bahaneler size bile anlamlı gelmedi.
Hikayeler duyuyoruz, hoşumuza giderse  değiştirip değiştirip anlatıyoruz birilerine.Başımıza gelirse de o  rahat rahat  anlattığımız hikayeleri yaşamaktan  kaçıyoruz.Bazen de çok biliyoruz.Doğrusunu, yanlışını, olurunu, imkansızını;ne beyni rahat bırakıyoruz ne de kalbi.Kabullenemiyoruz sonra bu açmazı.
Farklı bir alem bu, açıklaması zor...
Yaşamak isteyip de bir türlü içinde olamadığımız zamanlar bizi yoruyor.
Hiç bir zaman geri dönemeyeceğiniz bir yola girdiğinizi düşünün.Düşünün ki bir siz varsınız ve kimsenin ağzına dolanmasını istemediğiniz gülüşleriniz, uzaktan sevişleriniz,rüyalarınızda görüp, uyanır uyanmaz vazgeçtiğiniz dünleriniz....Hayatınıza dahi dahil edemediğiniz,çünkü ismini bile bilmeden şuursuzca sevdiğiniz insanı düşünün...Hayatınıza dahil ettiğiniz ve neredeyse her özelliğini bildiğiniz insanın da bir yabancıya dönüştüğünü....Gittiğinizi, bittiğinizi hatta yok olup tüm bu kendi dünyanızda yaşadığınız hikayeye son verdiğinizi düşünün.İçtiğinizi, sustuğunuzu, ve gözleriniz bulanıkken aslında sorunun kendinizde değil dünyanın anteninde  olduğunu, kulağınıza cızırtılardan başka bir şey gelmediğini düşünün.O gün bir 'patlama anı' yaşadığınızı ve 'anı patlan'ın siz olduğunu, o 'an'ı da kimsenin unutmayacağını düşünün.Etrafınızda kimse kalmasa bile o kimselerle hala selamlaştığınızı düşünün.Türk kahvesi söylediğinizi, ısrarla orta şekerli dediğiniz halde acı kahveyi size getirdiklerini, falınızın çıkıp gerçek olması için o kahveyi içmek zorunda olduğunuzu düşünün. Tabi inanmıyorsanız fala orası başka, bunu da bir düşünün.Nefes alma eyleminin, bir insanla mecburiyetten konuşma eylemi gibi bir şeye dönüştüğünü ve bu yüzden, vücudunuza gerekli olan oksijeni bir türlü tam olarak nüfus ettiremeyeceğinizi, için için kirlilik duygusu yaşayacağınızı düşünün.Elinizin yanmasına bazen kaynar suyun değil, elinizi tutanların sebebiyet verbileceğini de düşünün.Aslında tabi bir çok şeyi düşünmekte fayda var ama  böyle bir oyunun ve garip bir alemin içindeyken, kurtlar sofrasında yem olabilecek, harikalar diyarında sek sek oynayabilecek bir pozisyondayken, en doğru yola nerden ulaşabilirsiniz bence oturun önce bir  bunu düşünün.Size verilen hiç bir sözün tutulmadığından yakınırken , sizin tutmadığınız sözleri düşünün.Ben çünkü bunun gibi durumlarla karşılaştım daha önce ve yine aklıma geldi dün.Sahi söylesenize, yeteri kadar farkında mıyız görüntünün? Başkalarının hayatına üç beş kelime daha eklemeye devam ederken, sizce bulunabilir mi bir çözüm?

Değişik şekillerde yorumlamak insana farklı hissettirir dünyayı, ille de değiştirmek zorunda değiliz o ayrı ;)
https://www.youtube.com/watch?v=PN9n1bAahg4

21 Nisan 2013 Pazar

Gece- Gündüz

Gece olsun gündüz de gelir ardından.
Bahaneler sussun,
Olacaksa bir şey, olması gerektiği gibi olsun.
Olması gerekirken olmuyorsa ,zaten  kurusun
Renksiz olsun bir süre 
Sonra yine kırmızı, sarı, mor bulsun beni de.
Ama önce bir beyaz olsun ....
Sıradan da olabilir.
Sus olsun bir süre insanlar
Başım ağrıdı...
Gözüme görünmesin iyi-kötü hatıralar...
Bakasım yok,
Konuşasım olmadığı gibi...
Aslında susasım da yok,
Bakasım olmadığı gibi...
Bir şekilde dışa vurdum kendimi
Çemberin dışına çıkmak istediğimdendir belki.
İçi beni bir türlü mutlu etmedi
Dışı eder mi muamma tabi ki...
Kabuğumu yırtıp çıkalı çok oldu,
Çevreleyenden vazgeçemiyorum asıl ben.
Değerlerimden, yargılarımdan, suslarımdan, puslarımdan
Şarkılarımdan, sanrılarımdan vazgeçemiyorum...
Ellerimle itip uzaklaştıramıyorum kötü olanı etrafımdan,
Veyahut çeksem de getiremiyorum güzel olanı bazen,
belki de doğru hareketleri yapmadığımdan ya da benim olanı bir yabancıymış gibi seyretmemden.
Zamanla ilgili sıkıntılarım var
Bunu ona söyledim evet
Sert bir tavır takınmadı
Ama yine istenilen alınmadı.
Zaman diyorum zamaaaannn
Geri alınmadı, allah için ileri de sarılmadı..
Ne diyorduk, gece olsun ,renksiz olsun, hatta beyaz olsun...
Yok karıştırdım , renksiz olması gereken gece değildi ki doğru.
Ama ya olsaydı...
Ya gece renksiz olsaydı.
Şeffaf olsaydı..
Aslında dur bir dakika.
Zaten bulutları kırmızı çizen kızın aklından geçenlerdi  bunlar.
Hatta denizi turuncuya boyayan oğlanın da
Düşünüyorum da tek istediğim buydu galiba.
Bana sunulan renksiz olsun
Çizgi kalemi ve renkli boyalar da bir kenarda dursun.
İstediğim 'zaman ' gelsin,
Vişneli soda içerken ben hayallerimi kurmaya devam edeyim.
Ama önce gece olabilir sakıncası yok.
Dedim ya gündüz de gelir ardından,
Yaşadım bunu çok...










17 Nisan 2013 Çarşamba

Mavi ile Mor / Bülent Ortaçgil- Denize Doğru (http://www.youtube.com/watch?v=mLDrFmtKp3Y)

Arka fonda bu çalsın mı?Çalsın!! http://www.youtube.com/watch?v=mLDrFmtKp3Y

Mavi  şaşkın şaşkın baktı arkadaşına;
-Senin burada ne işin var ?
Hani vazgeçmiştin.Hani boğulmayacağın, kafan rahatça yaşayabileceğin bir diyara gidecektin?
  (Aslında biraz da sevinmişti içten içe, çünkü arkadaşı gittiğinden beri yalnız kalmıştı. )
Mor bir süre sessiz kaldı.
Mor aslında çok konuşkandı.
Mavi şaşkın tavrını devam ettirmişti onun bu düşünceli tavrını görünce.
  ( Ne diyeceğini çok merak ediyordu fakat aslında içten içe, keşke burada kalacağını söylese diyordu).
Mor, bir damlacık akan göz yaşını sildi.
Aslında yüzünde hafif bir tebessüm vardı ve bu akan yaş mutsuzluktan değil, bunca kalp ve beyin yorgunluğundan kaynaklanıyordu.
Hali yoktu ama bir yandan da yepyeni bir kabukla ortaya çıkmıştı sanki.
Mor sessizce ama kendine güveni tam bir şekilde konuşmaya başladı;
-Bak Mavi, özür dilerim senin de kafanı yorduğum, gözlerini bulanıklaştırdığım , kalbini kırdığım, kırılmadıysa     da en azından o maviden uzaklaştığım için.
Çaresizce boğulacağımı sanmıştım,
Ta ki denizin suyu çekilene kadar....
Hayatta kaldığım için mutlu olurum sanmıştım
Fakat susuz bir hayat neye yarar?
İşte sonra karar vermem gerektiğini anladım, koskoca bu denizde boğulmamak için çabalamak mı yoksa hayatta kalabilmek için sırf susuz, tatsız, tuzsuz bir hayat yaşamak mı?
Ben ilkini tercih ettim ve geldim, etmeseydim çoktan kuruyup gitmiştim.
Şimdi yeniden buradayım, bir farkımız yok sen veya ben....
Onlar veya biz...
Deniz veya okyanus....
Boş versene 'diyar' dediğim yer sanki kırılmayan bir buz,
Emek sarf etmeden suda kaldığımız yer,sadece suyu çekilmiş bir havuz.




 Yağmur Şimşek

7 Nisan 2013 Pazar

Dinlemek İsteseydin Anlatırdım;Sen Bilmiyorsun Ama Neler Neler Oldu Hayatımda.

İçimde biriktirdiklerimi nasıl anlatsam bilemedim.
Karşılıklı konuşmaz o , ben de dinlemeyene anlatanlardan değilim.
Hem dinlese ne olurdu ki...
'Bak ben kocaman oldum.
Bak bunları yaptım, başardım, farkında mısın?' mı diyeceğim?
O nereden anlayacak bunların önemini
Ben nereden fark ettireceğim bu derece varlığımı.
Yok olsaymışım o zaman
Ya da o gitseymiş uzaklara.
Hangimiz haklıyız ya da haksızız.
Bunu dememi bekliyor.
Bir haklı ve haksız bulmamı istiyor.
Ama yapamam ki, bulamam.
Dünya işine göre haklı, işine göre haksız olanlarla yürüyor.
Ya onlardan soyutlarım kendimi yok olurum
Ya onlar gibi davranır asimile olurum.
Hiçbirinin oyununa katılamam
O da bilir bunu.
Bilir de ses etmez.
Zaten hiç ses etmedi.
Düşüncelerini paylaşmak ona göre değil.
Ama iş suçlamaya geldi mi,
Evrendeki herşeyi bir araya getirip anlatmayı bilir.
'Bak ben şu zamanlarda çok ağladım,
Bak şuraya gitmiştim ve çok mutlu olmuştum, bak bu fotoğrafta ne kadar da güzel gülmüşüm' mü diyeceğim?
O nereden anlayacak hissettiklerimi
Hem ben ne cesaretle çıkıp bunları ona söyleyeceğim ki.
Nasıl anlatsam bilemedim.
Sanki yüzyıllardır konuşmayan birine
Derdimi anlatmaya çalışır gibiyim
Sanki sadece nefes alıp vermeyi becerebilen birine
Nefesimin kesildiği dakikalardan bahseder gibiyim
Kime anlatıyorum ki...
Durmayı tercih eden, koşanın halinden ne anlayacak sanki.






17 Mart 2013 Pazar

Mekan sizin...

Elimde kalan yine kendi düşüncelerimdir.
Bana kalan yine tecrübelerim.
Bulduğum, devam edip yürüdüğüm bir sokak var
Çıkmaz olduğunu bilsem de bana, doğru yol oymuş gibi gelir.
İnsanın hayatı paylaştığı kişilerle şekillenir
Konuştuğu konularla düzeylenir.
Hali hazırda olan bir düzen değil de
Yeni yeni ortaya çıkmış bir yaşam tercih ettim.
Yeniyi ve iyiyi ortaya çıkarabilmek için hata yapmak gerekir.
Hatalar yaptıktan sonra gözlerinizi kapatmazsanız
Doğrular kendiliğinden gelir.
Hata yaptıktan sonra etrafınızda hala yardım eli görürseniz
Dostluklar devam ettirilir.
Sadece sabır.
İşte bana kalan yine sabır ve cesaret.
Kimselere  gerek duymadığınız bir yol,
Ama o yolda yaşananları paylaşmak isteyen bir kalp.
Ayrımını yapmak zor.
Git Twitter'a anlat değil mi?
Kaç kişi okur?
15000 kişi bile okusa hangisi sizin ruhunuza dokunur?
İhtiyaç var her zaman sizi dinleyecek kulaklara,
Düşerken sizi tutacak ellere,
Gözlerinizi kapadığınızda bile güvenebileceğiniz birilerine...
Güvenip de hata yapmaktan korkmayacağınız,
Yaptığınızın yanlış olduğunu bilseler bile ,
Düzeltmenizi bekleyecek birilerine.
Hayatı ti ye alacak  kişiler de olacak yanınızda
Ciddi ciddi sanırsınız ki dünyayı kurtaracak birileri de ...
Sizi ağlarken güldürebilecek birileri de lazım
Siz gülerken gülebilecek birileri de .
Hepsini aynı bedende bulmak zor tabi.
Mesela siz kaç tanesisiniz ki?
Bu yüzden kabullenmek gerek huyları, değişik bakış açılarını..
Kabul etmeyeceksek uzaklaşacağız olabildiğince en kibarı.
----------------------------------------------------------
Bir sabah kalktı Aysel.
Yüzünü yıkadı ve değiştirmek  istedi  hayatını.
Olmuş olanı unutmadı ama  olacak olana da katmadı...
Yeni bir mekan ,
Yeni bir çevre,
Yeni bir dünya görmek istedi.
Buna açtı, buna muhtaçtı.
Yaşamı herkesin eline bir kere vermişlerdi tek bildiği, ve sabun gibi kaymaktayken bunu fark edip kurtardı.
Şimdi bu etrafını çizdiği yeni mekanında huzur dolmaya başlamıştı.
"Her mekanın bir ehlileşme süresi vardır.Beklersiniz, dokunursunuz, bakarsınız.Bir süre sonra siz mekana , mekan da size benzemeye başlar ; aynı tepkileri verirsiniz." (Türker Armaner, Taş Hücre)

Mekanımızla bir bütün olabilmemiz için, elimizdekilerle yetinmeyi bilecek bir  psikolojiye ama bizi mutlu edeceğine de inandığımız bir enerjiye ihtiyacımız var.Saçmalıklara gözümüzü kapadığımız, yalanları duymadığımız ve güzelliklere bakmayı bildiğimiz sürece o iş kolay.(E tabi dil-e kolay...) İşte tam da bu yüzden tamamlanmış olanı kabul etmek bazen yeterli değildir.
Öyle  ki;kumdan kaleler yapmak, yoktan var etmek, var olanla yaşamaktan daha değerlidir..

                                                    Yağmur ŞİMŞEK

 








10 Mart 2013 Pazar

Mark&Nicole- 2

         Merhaba Mark.Bu mektubu sana yazmalıydım çünkü senin kılıcın hiç bir şeyi halledemedi, benim kalemim bir şeyleri çözer belki.
         Ya sonsuza kadar sessiz kalsaydık.Hiç Düşündün mü?Sonsuza kadar varla yok arası, siyah beyaz arası, net flu, dur koş arası, sıcak soğuk karması, saçma sapan komplo teorileri  saçması ve en önemlisi kararsızlık ızdırabı içinde olduğumuzu düşün.Düşün ki sen beni yıllarca aramamışsın o son konuşmadan sonra ve ben de her gün bir sonraki günün konuşmasını hazırlamışım beynimde(Çünkü konuşursam ve doğaçlama olursa bu, biliyormuşum bir kaç şeyi söylemeyi unutacağımı)  şuursuzca ve sen susmuşsun yine umarsızca.
Ne olurdu? Ben senin yaşadığını bilirdim, sen benim yaşadığımı bilirdin peki ya dahası?Mutlu olur muyduk bu kadarıyla veya tatmin eder miydi bu kadarcık gerçek bizi?
       Bak Mark biz hiç bir zaman  mükemmeliz demedik ki!Sadece daha iyi olabilirdik. Ben daha iyi olabilirdim ve bunun için uğraş veriyordum.Sen daha iyi olabilirdin ve ben bunun için sana bütün enerjimi gönderdim.Kapıyı açmazsan göremezsin ki Mark.Kapıyı açıp misafir etmezsen hiç bir iyiliği göremezsin, farkına varamazsın durumunun ne derecede olduğunun.Her şey yoluna giriyormuş gibi yapıyorsun.Hakkında olan biten her şeyi biliyormuş ve artık kaldırımlı ve daha güvenli bir  yolda daha emin adımlarla yürüyormuşsun  gibi...Yanlışsın Mark ve işte tam da bu yüzden yanmışsın..Çözülemeyen bir  sır olmak istermişcesine her seferinde bir başka bağını çözdürdün bana, ama o çözdüğüm her bağın bir gün gelecek beni nefessiz bırakabileceğinden bahsetmedin.Sevgiyi bir boşluk doldurma sanatı aracı sandın belki , ondandır  benim boşluklarımı doldurmak için senin yardımına ihtiyacım olabileceğini hiç düşünmedin.Kendin tamamlandıkça benim sabit kalışımın bile farkında değildin.Halbuki öyle görünmüyordun hiç Mark.Mutluydun yanımdayken, ama her zamanki gibi sessizdin tabi.Bana kalırsa sen kendi yaralarının farkında bile değildin, acıyordu için, bir şeyler var sandın , onunla uğraşıyordun belki, ondandır ses bile etmedin.Ama ben yoruldum...Asırlardır ortada bir <fasulye> var sanki ve biz  onu nasıl yesek daha lezzetli olur diye düşünürken her seferinde fazla pişirip çöpe atıyor gibiyiz.Tuzunu beğenmiyoruz , yeniden yapalım diyoruz, rengini beğenmiyoruz, üç-beş gün veriyoruz düzelmesine, <fasulye> hakkında planlar yapıp duruyoruz nafile, hiç birini uygulayamıyoruz.Gerçi bir keresinde uyguladık, beğenmedik ama en azından bir planı uygulamış olmanın verdiği mutlulukla gülmüşüzdür ya da ben gülümsemişimdir.Sen var olan dipsiz  ve karanlık kuyunun farkındaydın.İçine bir taş attın, dinledin, ve yoluna devam ettin. O kuyunun etrafında dolanıp durdun, ne su çektin o kuyudan sen, ne de onsuz oldun.

"Örtülmüş acıyı çıplak olarak görebilme cesaretini kazanmak da zaman alır.Kimileri, çok kimse belki, kendi karanlık yüzeylerine sırt çevirirler hayatları boyunca.Kimileri, çok azı, böyle bir alanın varlığından haberdardır;tedirgin adımlarla yoklarlar bu yüzeyi" (Türker  Armaner, Taş Hücre)

    Söylesene Mark ne zaman aynada gördüğün kişiye gerçekten kim olduğunu sordun?Saat 21:00 'da başka, 11:00 'da bambaşka bir adam olmayı nasıl başardın , nasıl direndin buna, nasıl girebildin bu karmaşaya?
Belki de çok oldun diyorsun bana. Ben çok oldum, sadece sana ...Hayallerim fazlaydı belki bu fasulye yemeğini pişirmek için.Daha farklı yemekler yapılabilirdi bu hayallerle;yok, Fasulye Yemeğini küçümsediğimden değil... Adı Fasulye Yemeği olarak kalırdı belki ama lezzetli bir et yemeğinin yanında servis edilirdi.Daha akılda kalıcı olurdu ve daha lezzetli.Demek ki bu kadarını düşünmek bile fazla geldi. Fasulye yetmedi belki lakin  çabalamak da gelmedi içinden daha mükemmel sofralar için.

    Kahve içmenin bin bir çeşit halini yaşadık seninle belki.Daha ne kadar farklı konular konuşulabilirdi o kahveyi yudumlarken bilemiyorum ya da ne kadar sessiz kalınabilirdi. Severdim, seninle sessiz kalmayı ama gördüğün gibi bu seferki sessizlik beni mutlu etmedi.Mutsuz da etmedi. Sadece bir filikamı daha kaybettim, gemim bir gün batarsa diye endişelendiğimden yardımcı olacağını düşünmüştüm.Aslında doğal olarak sen de kaybettin ama ben senin bir rotan olduğundan bile şüpheliyim.
 
   Ben şimdi gözlerimi kapattım , o bahçedeyim, oturuyorum...
Hatta inanmayacaksın ama gülümseyerek bakıyorum olanlara.Yanımda oturmuyorsun.Yok merak etme sorgulamıyorum artık.Sadece lafta mutluluklara, lafta bahanelere, lafta sevgilere karşıyım.Sadece hani aynı başlık altında olduğunu düşündüğümüz makinalar vardır ama sistemleri farklı çalışır.Ben o aynı çalışan sistemdeyiz, suyu olmayan gezegende susuzluk hissetmeyen bir tek biziz sanmıştım.Ah o sanrılar.İnsanlığı bu sanrılar mahvetti Mark. Sen sen ol hiç bir şeyi gereğinden fazla sanma.Ya da hiç kimsenin senin yardımına ihtiyacı olduğunu düşünüp kendine de değer vermen gerektiğini unutma, üzülüyorsun sonunda.
    Son olarak , seni bilmem ama ben sessizliğimi bozdum.Bir kez daha kadınların sürekli düşünüp duran, çok konuşan olma gerçeğini kanıtlayacak olmuş olsam da , sessiz olup <fasulye> bozan olmaktan daha iyi bir durum bu <çok konuşan> düzeltiyorum <çok yazan> olmak, göstermiş bulundum.

 
 Sana kızgın da değilim, kırgın da değilim Mark.Artık biliyorum, neden uyuşmadı bunca süreç ve kalp...Neden çözülemedi bunca gösterilen özene ve şefkate rağmen bu çözülemeyesice durum.Peki ben neden şu an tatlı tatlı konuşamıyorum.Bu una ekleyecek şekerim kalmadı.Ben ki sabretmeyi sevmez insandım, ne düşünceler eskidi sayende ve sonunda ben de bıraktım .Bizi sevmediğim için değil artık yapabileceğim bir şey kalmadığından gidiyorum.Evet gidiyorum ve kesin ben arkama dönüp bakarım.Sen bakma arkamdan ki yine yanlış yola sapmayayım.

                                                                                                        Sevgiyle kal,
                                                                                                            Nicole.
                                                                                                         7 Mart 2010


                                                                                                                     

     'O bahçe' -Sakıp Sabancı Müzesi 2012



                                                                                                                                               
                                                                                                                     

10 Şubat 2013 Pazar

Çikolata Kadın



     Çikolata Kadın kendine özgü bir karakterdi. Farklı bir stili vardı.Onu tatmayı herkes istemezdi ya da herkes buna cesaret edemezdi diyelim.Gururluydu, kararlıydı ve kimsenin boyunduruğu altına girmeyi aklından bile geçirmezdi.Dünya’da kalan tek bitter olduğunun farkındaydı son zamanlarda.Bu zaten fazla olan özgüvenini büyük bir egoyla tamamlamasına sebep oldu.Diğer sütlü çikolata olan kadınlara yüksekten bakıyor, sütsüzlerin hiçbir şey olduğunu düşünüyor kendinin de ortada bulunan tek bitter olduğunu her gördüğüne vurgulayıp duruyordu.Çikolata üreticileri bir süre sonra , belli bir kesimin çikolata yemeyi bıraktığını fark etti.Bitter çikolata herkes tarafından sevilen bir tür değildi evet ama onun da müdavimleri vardı ve eksiklikleri bu pazarda hemen fark edilmişti.(Hiçbir zaman yenmese viskiyle iyi gidiyordu bitter).Fakat ortada bir terslik de boy göstermişti.Bitter çikolatanın tarifi  bir şekilde yok edilmişti.Akıllarına ilk etapta son kalan  bitter olduğu için direk  Çikolata Kadın olarak anılan şu özgüveni yüksek, ve itibarını kaybetmemek için her şeyi yapabilecek olan çikolatanın gelmesi tesadüf değildi.

(Gerçekten  Çikolata Kadın kendisi tek olsun diye diğer bitterler bittiği anda bütün tarifleri yok etmiş olabilir miydi?Hani sırf evrende bilinen tek bitter olabilmek için bu muhteşem tarifi, insanlıktan hor görmüş olabilir miydi? Öyle veya değil ama eğer bunu yaptıysa unuttuğu bir şey vardı…Çikolata üreticileri ellerinde bir örnek olduğu an bunun formülünü çıkaramayacak kadar yeteneksiz üreticiler değillerdi ve o anda ellerindeki tek örnek Çikolata Kadın idi.Peki bu zeki, kibirli, yüksekteki Çikolata Kadın gerçekten bunu düşünmemiş miydi?Bir insan kendi hayatı pahasına da olsa tek olabilmek için her şeyi yapabilir miydi?)

 

Akıllarına Çikolata Kadın’ın gelmesiyle üreticiler onun kimde olduğunu araştırmaya başladılar.Aramadıkları market, bakmadıkları  havaalanı (çünkü free shop’larda da olabilirdi), çocuk bahçeleri, anne çantaları, viski müdavimleri, ofisler, şirketler, sokaklar kalmadı.Her yerde kırmızı alarmlar verildi.Çöplerin içlerine bakıldı,dışları da atlanmadı.Ne yalan söyleyeyim o zamanın koşullar  tüm  hastanelere gidilip insanların mideleri bile arandı.Yok.Yok.Yok...Kolay değildir elbette Dünya’da kalan tek şeyi bulmak ama altı üstü bir çikolataydı hangi cehenneme gitmiş olabilirdi ki?Dünya içerisinde binlerce üretici vardı ve bu yol uğruna hepsi savaşmaktaydı çünkü o formül herkesin çıkarı için lazımdı. Bu süreçte bir çok üretici vazgeçti bitterin formülüne lazım olan Çikolata Kadın’ı aramaktan çünkü her nerede saklanıyorsa emin ellerde olmalıydı ve üreticiler bitteri üretmezlerse bu zamanla toplumda kabullenilir ve belki de unutulur giderdi. Bu düşünceye sahip olanlar yoldan çekildi.Diğerleri pes etmedi aramaya devam etti.Zaten bitter güçlülerin ve sertlerin yolundan vazgeçmeyeceği bir şeydi.İşte ben buralarda bir yerlerde hikayeyi takip etmeyi bırakmak zorunda kaldım çünkü yapmam gereken başka işler de vardı ve bitterin bulunması,  kahve-viski-bitter uyumuyla hayatımı kolaylaştıracak ve bana lezzet katacak olsa da ,  patronum işleri halletmediğimi gördüğü anda bu macera beni  kurtarmayacaktı.

      Ben dikkatli olun derim, karşınıza her an bir bitter çıkabilir ve  Dünya’da tek kalmış olabilir.Siz onu gözden kaçıracak olursanız bu binlerce çikolata üreticisinin milyonlarına mal olabilir lakin daha da önemlisi sizin tadınız kaçabilirJ

        Hey durun bir dakika…Yoksa şu..Aaa olamaz… Ya da olabilir mi? Ama onu oraya..Ben ..Yok hayır ben koymadım.. Peki ya o nasıl? Nasıl geldi buraya? Kim koydu. .. E bir bitter çikolata yürüyemeyeceğine göre  elbet biri koydu. Tanrım neler düşünüyorum ben öyle. Off çok güzel görünüyor…Ama yok yememeliyim.Ya o Çikolata Kadın ise?Ya onu yersem ve bir daha bitter üretilmezse. Ne yapmalıyım şimdi? Gidip kendi ellerimle onu teslim edip sırf formül çıkarılsın diye yok oluşunu mu izlemeliyim o bu kadar savaşmışken hayatta kalmak için.  Anlamıyorum, neden ben…Hayır yani evet , ben hep bir bitterciydim ama neden şimdi ve neden böyle bir durumda?Keşke geri üniversiteye dönüp vaka raporları  için kararlar veriyor olsaydım, kağıt üstünde olan, hayata mal olmayan…Ya şimdi ne yapacağım.O orada arkası dönük benim farkımda değilken  nasıl yaparım da sırtından vurup onu  ele veririm?

Ya da ele vermeyip nasıl tarifi ona anlattırırım?

Ele vermeyip ona tarifi anlattırmalıyım, işte bu! Onunla konuşmalıyım.

1 koskocaman yıl sonra…

Bitter seven zeki insan Çikolata Kadın’dan o tarifi almayı başardıktan sonra bu tarifi üreticilere satmaya karar verecekti.Her satıştan kazandığı paylarla kendine yeni bir şirket açacaktı.Çikolata Kadın’ı himayesine alacaktı ve bitter çikolatanın geri dönüş günü ve aynı zamanda Çikolata Kadın’a duyulan saygının(ki bu Çikolata Kadın’ın tek istediği şeydi ve zaten bunun için anlaşmayı kabul edecekti) bir göstergesi olarak  her yıl aynı zamanda (tarihler önemlidir bazen spesifik tarihi bilinmese de, burada önemli olan  1730 lu  yıllara dayanan çikolatanın üretilişi değil ,bitterin kısa süreli kayboluşundan sonra esrarengiz bir biçimde  geri dönüşüydü ve bu tarih tam olarak 5 Ekim 1991 senesine dayanmaktaydı .
Not:Bu tarihin, bu hikayenin yazarının doğum tarihiyle uyuşmasıyla Çikolata Kadın’ın gerçekten hiçbir ilgisinin bulunmadığını bütün samimiyetimle belirtmek isterim.:) ) kutlanacaktı .Hiç kimse Çikolata Kadın’ı bir gün birisinin yok etmeye cesaret edip etmeyeceğini bilmiyordu fakat bilinen tek şey vardı ki Çikolata Kadın değerini ispatlamıştı hem de ispatlamasına lüzum olmadığı halde çikolata severlere ve üretenlere bu ispatı altın tepsilerde sunmuştu.Muhatap olduğu ve  saygı duyduğu en önemli kişiyse onu bulduğu anda ele vermeyi düşünmeyip onunla birlik olmayı kabul eden, onun değerine ve lezzetine inanan, ona güvenen bitter sever olan karakterdi.İkisi de farklılılardı ve bu fark onları bir araya getirmişti.
E daha başka ne isterlerdi ki…

 

 

 

 

3 Şubat 2013 Pazar

Tek(noloji) Temennimiz Mutluluk

Teknolojiden kafayı yedik hepimiz
Kimimiz oyunlara sardı,
Kimimiz sade müzikle ayakta.
Kimimiz sosyal medya manyağı,
Kimimiz  yine bir şeyler araştırmada.
Ama teknolojiyle birlikteyiz hep,
Mecburen, bir sebepten , hatta binlercesinden.
Herkeste ayrı kaygı
Hem benim düşüncelerim niye hep kaygılı,
dedim kendi kendime...
Sonra bir su içtim üzerine.
i-Phone 'nun çıkışını anlatıyorum size şimdi;
Hiç öyle iPad den sonra ortaya çıkan nitelikli telefonları tehdit görüp daha da özellik ekleyerek  iPhone u yaratmasıyla alakası yok Jobs'un...
Bir gün şık bir restoranda oturuyormuş Jobs.Bir kaç tane güzel bayan yanı başındaki masalardan birine oturuvermişler.Siparişlerini verip hemen ellerindeki son model telefonlarıyla birbirlerine 'ay bak bu şarkı da çok güzel dinlesene', 'ay bak x şarkıcının en son albümü mükemmel, gel dinleyelim, ' ay taksana şunu kulağına sana bir şarkı dinleteceğim' derken, Jobs  yanlarından geçerken , birisi adamın karizmasından etkilenir ve telefonunu yere düşürür.Bütün doğallığıyla  ' ay telefonuummmmmmm !!!!' diye bir tepki verir.İşte o an Jobs bunun , yani nitelikli bir telefonun insanlar için çok önemli bir hale gelebildiğini hatta kadınlara çığlıklar attırabileceğini  anlar ve bunu daha nitelikli nasıl yapabilirim ,ne yaparsam insanlar düşürmez diye düşünür.(e sonuç olarak hassas olursa, insanlar işlerinin yarısını oradan yapıyor olursa,kısaca insanların gününün yarısı bu telefonlara bağlı olursa, ellerindekileri daha dikkatli kullanacaklardır).Uzun süreçte devam  eden çalışmalar sonucunda , kadının 'ayyy telefonuuuummmmmmmm!!!' çığlıkları Jobs'un aklından çıkmadığından isim olarak bu tepkinin kendi diline çevrilmiş halini verir  Jobs,yeni ürettiği  bol  nitelikli telefonuna ...
 iPhone!

Bu da öyle ufak bir hikayeydi anlayana .
Ne diyorduk;teknolojiden kafayı yedik hepimiz.

Teknoloji çağıyla birlikte olumlu dediğimiz bir sürü gelişme oldu evet ve olmaya da devam ediyor çünkü bu hiç durmayan bir su, doğru kullanıldığı sürece de akıp gidiyor.Yakın çevremde gözlemlediğim ve olumsuz olduğuna inandığım davranışlarsa beni benden ediyor. Çeşitli sohbet platformlarından ötürü insanlar yüz yüze baktıklarında söylenecek söz, anlatılacak hikaye, tartışılacak mevzu bulamıyor.Öyle ki insanlar birbirlerine yazdıkları her şeyi, yüz yüze bakınca söylemekten utanıyor, çekiniyor, tırsıyor ya da umursamıyor.Bazen yemeğe çağrılıyor ve masaya oturduğunda yüzüne bakmadıkları ev sahiplerini  geçtim, kaşık çatalı kullanmak yerine telefon elinde aç kalıyor.
O kulağa o kulaklık takılıyor ve rüzgarın sesi unutuluyor.
O ele o telefonlar alındığı an, herkes her şeyi biliyor.
Düşünceler patlayıveriyor hatta belki düşünceler çalınıyor.
Ama sadece doğru kullanılırsa bütün bunlar tersine hareket edebiliyor.
Ne zamanki bu her şeyi kapsayan nehir tersine akıyor
İşte o zaman teknoloji sempatik hale geliyor.
Duygusuz hale geldik.
Kendi içimizde hileler ..
Dışımızda da garip mi garip bir dünya.
Mutlu olmasını bilene hayat güzel .
Mutlu olalım lütfen,
Diğer türlü şahit olduklarımız bizi üzer...


-----------------------------------------------------------------------------------------


Bugün önem verdiğim biri dedi ki;
<okuyorum mutlaka yazdıklarını da , uzunsa hiç bakmıyorum açıkçası>
E bazıları kısa sever, bazıları uzun uzun dinler, okur, yazar, ağlar, güler ....
Bazıları 5 saniyede her şeyi anlatabilmeyi becerir,
Bazıları yıllarını versen aklını,mantığını,kalbini sana gösteremez, afallayıverir.

30 Ocak 2013 Çarşamba

Mark&Nicole -1


   

        ' Merhaba Mark.Bu mektubu sana yazmalıydım çünkü yazacak başka kimsem yok.Sessizliğin hiç bir şeyi halledemediği bu zamanda, benim yazmak için bile senden başka bulabildiğim biri yok. Kendini değersiz hisset diye söylemiyorum, ne kadar yalnız kaldığımıza dikkat çekiyorum. Biz, böyle bir kaç kişi, bir kaç grup aranır hallerdeyiz.Seçimlerimiz, ah şu seçimlerimiz.Dertliyiz, çok dertliyiz...
          Kalabalık bir salonda,  boş bir koltuk arar gibi huzur arıyoruz.Aşk arıyoruz, sevgi,merhamet, şefkat, sessizlik...Bazen oturduğumuz koltukta  rahat hissedemiyoruz kendimizi ve ara verilir verilmez birileri ayrılmışsa salondan, onun yerine geçiveriyoruz.Bahanemiz de çoğunlukla önümüzü görememek, sesleri duyamamak, boyun ağrılarımız vs oluyor.Biraz da orayı deneyelim diyoruz.Yer değiştirmesek de üstesinden gelebileceğimiz şeyler için ilginç bile olmayan bahaneler uyduruyoruz.
        Samanlıkta iğne arıyoruz sanki her şeyiyle dört dörtlük insanları hayatımıza sokmaya çalışırken.O iğnenin gün gelip de bizim parmağımıza da batacağını, söküklerimizi dikeceğine, tam tersine hayatımızda delikler açacağını aklımıza getirmiyoruz bile. Çünkü insanız biz.Aslında savunmasız, akıllı, duygusal , mantıklı bazen hayalperest,bazen katı ve en önemlisi de kırılgan bir yapı...Kim güçlü görünürse görünsün, temelinde insandır,hani bir gün gelir kırıla da bilir demir sandığımız kapı.
          Zaman hatalarımız var.İlla ki birimizden birimiz, yanlış yerde, yanlış zamanda ve yanlış karakterler altında buluyor kendini.Birimizden birimiz, olmayacak duaya amin deyiveriyor gözünü bile kırpmadan.Hayaller kuruyor, gerçeklik payını koymadan..Bütünüyle, eksisiyle artısıyla, özündeki yapısıyla insanız işte, farklıyız ama aynı hayatta.
    "İnsanların yaptıklarıyla değil, giydikleriyle marka oldukları bir çağda;aşkların sahteliklerinden yakınmak yanlış olur"( Paulo Cohelho)
          Kalabalık bir dava  salonunda , bütün cümlelerimizle birini suçlar gibi aşkların gerçek olmayışından şikayet ediyoruz.Sanki hakim bey kalbimizi açıp içindekileri görebilirmiş, sözlerimizi duyup, o sözlerin içerisinden gözlerimize inebilirmiş gibi bir de durumumuzu ona bırakıyoruz.Anlattıkça içimizdeki zehir, öfke, yalnızlık, pişmanlık, mutsuzluk  azalır zannediyoruz, daha da anlatıyoruz, sonra da yaşadığımız şeyleri binlerce kez daha yaşıyoruz, başkalarının gözünde yaşatıyoruz ,böylece hafızalarımıza başarıyla kazımış oluyoruz.
         Biri bize olumsuz bir şey söyleyince sebebini soruyoruz da olumlu bir şey söyleyince nedense pek merak etmiyoruz.Çünkü biz insanların yargısıdır bu,olumlu bir şey söylediyseniz ispatlamanız gereksizdir.Ama olumsuzsa söylenen cümleler, işler genelde değişir.
         Bir düşün  Mark, hepimiz aslında bütün bu olup bitenlerin farkında olduğumuz halde susan insanlara dönüşmedik mi? Anlamaya çalıştığım şey, üç maymun oynamaya zamanımızın olmadığı halde , oyuncaklarını bir kenara itmeye çekinen, farkında insanlar neden var  çevremizde? Hatta dilim varmıyor da söylemeye, biz de onlardan biri olmuş olabilir miyiz Mark? Ben bu mektubu yazıyorsam sana ve  bütün bunları oturup karşılıklı konuşmuyorsak hala, bir şeyler ters gitmemiş mi sence de?Bilemiyorum Mark.Karışığım.O yelkovanla akrep birbirini kovalamaya devam ettikleri ve de bunu hızlı yaptıkları sürece ben bir şeylere yetişmeye çalışıyormuş gibi hissedeceğim kendimi, geçmişimi tamamlamak için de uğraşarak.İçinde bulunduğum toplumda güven hissedemediğim,düşüncelerimde özgür, hareketlerimde bağımlı olduğum müddetçe karışıklıktan da kurtaramayacağım kendimi.Kendisinin ne düşündüğünden ve hissettiğinden çok çevresindekinin neler söylediğini umursayan, aynaya baktığında kendisi için değil çevresindekiler için halli görünen, suçlu aradığında kendisini çevresinden dışarıda bırakıp, başarı tebrik edileceğinde her türlü ortamın içine giren biz  insanları, özünde aynı olduğumuz ama sonradan farklılaştırdığımız bu toplumumuzu anlayamadığım müddetçe ben karışık olacağım.Sen de onlardan birisin ve ben de !
Yaa Mark, gecenin bir yarısı , yazmalıyım yazmalıyım diye tutturduğum ve yine bir sonuca bağlayamadığım durum işte böyle.Elimden geldiğince yazmaya çalıştım kendi kendime konuştuklarımı, çünkü sözlerim uçtu yine....

                                                                                             Sevgiyle kal,
                                                                                              Nicole.
                                                                                            21 Ocak 2008'
                                                                                           


Bir şarkı; http://www.youtube.com/watch?v=fxZL0LIxK-Y



24 Ocak 2013 Perşembe

'-mış gibi yapabilme sanatı'

      -mış gibi yapmak bir sanattır.Ustaları vardır bunun.Gizli bir topluluktur bunlar.Özel bir bağlantınız yoksa sizi içlerine almazlar. Ara sıra eğitimleri vardır.Ben birine katılmıştım;
'-mış gibi yapabilme sanatı'.
Bir arkadaşım vasıtasıyla duymuştum bu eğitimi.Sanatın herhangi anlamadığım bir dalıyla ilgili de olsa kaçırmak istemeyen bir kişi olduğumdan,'aa ilginçmiş ben de gelsem olur mu,ücreti nedir? <hatta durumu abartıp, tam bir kendini geliştirmeye çalışan üniversiteli gibi davranıp> sertifika filan da veriyorlar mı eğitimin sonunda?' diye sormuştum.Nitekim eğitime gittim.Başta her şey normal seyrinde gidiyordu, konuşmacılar çıkıyor , kendi hayat hikayelerini anlatıyor , bazı yerlerde notlar almamız isteniyor, bizler gaza geliyor , onlar buna seviniyor, sonra karşılıklı pozitif enerjiler yayıyorduk. Bilmem kaçımızın aklından , bilmem kaç tane fikir geçti bilemiyorum şimdilik ama ben yaklaşık bir buçuk saat süren bu garip ama heyecan verici eğitimin sonunda şok oldum.Eğitimin moderatörü bütün konuşmacıları tabiri caizse eğitmenleri sahneye davet etti ve hepsine, onları böylesine bir konuma getiren gücün ne olduğunu sordu.Sormasıyla birlikte bütün konuşmacılar ellerindeki post it lerini havaya kaldırıp '-MIŞ GİBİ' dediler yüksek sesle.Bizler tabi ne olduğunu anlamamıştık ve bütün hararetimizle hiç bir şeyi kaçırmamak için notlarımızı almaya devam ediyorduk.Derken  bir kaç doktor geldi sahneye, tahminimce -mış gibi psikiyatristleriydi  bunlar.Mikrofonu eline aldı birisi ve şunları söyledi;'Her şey ne kadar güzeldi değil mi onlar hayat hikayelerini anlatırken.Çünkü ol-muş gibi, yaşa-mış  gibi , elde et-miş, kazan-mış  gibi davrandılar.İlk etapta ilginç geldi tabi onlara da bu şekil bir yaşam ,size dinlerken güzel ve heyecan verici geldiği gibi ama sonra ne oldu.Kendilerini tanıyamaz, hayatlarında olup bitenleri fark edemez, hedeflerini koyamaz, başarısızlığı hazmedemeyip, hırslarını kontrol edemez hale geldiler. -mış gibi yaptılar ve gerçekleştimeyi hiç düşünmediler.Zaten onların gözünde gerçekleşmişti ve bu da bize yeter dediler.Yetmez!Siz  buradan başka bir dünyaya ışınlanmadığınız ve o dünyada da yalnız kalmadığınız sürece  -mış gibi yapmak size sadece zaman kazandırır veyahut farklı bir açıdan bakarsak zaman kaybettirir.
Bu size muhteşem hayat hikayelerine sahip gibi görünen konuşmacılar var ya ...İşte onlar benim hastalarım.
Bir teşhis koyduk; -mış gibi sendromu..Kendilerinden ve onların ailelerinden aldığımız izinlerle de bu seminerleri düzenleme kararı aldık.Çünkü görmeden, duymadan, yaşamadan, kısacası algılamadan veya ters etkiler yapmadan insanoğlu bu tarz öğütleri veya yaşam şekillerini anlayamıyor. Hep kafasının dikine gidiyor.  -mış gibi sendromu'nun çıkış noktası tam olarak bilinemese de biz -mış gibi psikayatristlerinin bir araya gelmesiyle araştırmalar hız kazandı.2001 yılında...........'  Doktor bütün bunları söylemeye devam ederken ben gözlerim, ağzım, kulaklarım açık, şaşkın ama bir yandan da ilgili bir biçimde etrafıma bakıyordum.Herkeste bir nevi şaşkınlık, gülme, garipseme, dinleme, ciddiye alma ve mantıklı düşünme hali vardı.
O gün öyle bitti.Ertesi gün bu kez başka bir  arkadaşımla buluştum.Bana belki de içinde -mış gibi olan hikayelerini anlatıyordu.Bir an bir soru sordu, 'Ya ben böyle anlatıp duruyorum ama sıkılmadın değil mi?'
<İşte o an gelmişti .Ya -mış gibi yapacaktım, ya da hali hazırda olan şeyleri söyleyecektim.
'Aslına bakarsan biraz başım ağrıyor, şimdi dinliyor-muş gibi gözüksem , sen daha sonra bana bu hikayeyle ilgili bir soru sorduğunda cevaplandıramayacağım ve hem darılacaksın hem de yeniden anlatmak zorunda kalacaksın.İyisi mi sen şimdi anlatma, sonra konuşuruz zaten, olur mu? ' deyiverdim.Haliyle biraz bozuldu ama büyük bir tepki de göstermedi.Konuşmamızı sonlandırırken, olayları anlatırken -mış gibi yaptığını düşündüğüm arkadaşıma;
'Baksana bu aralar yapacak bir şeyin yoksa çok değişik bir eğitim var hem de ücretsiz, benim aracılığımla  katılmak ister misin ' dedim.
'Aaa olabilir aslında, adı ne eğitimin?'
'-mış gibi yapabilme sanatı'.


16 Ocak 2013 Çarşamba

Kayıp Yok Kazanç Çok;)

Hiç bir şey kaybetmezsiniz.
Gülümseyin, etraf ne der diye düşünmeyin..
Mutlu olduğunuzda zıplayın topuklarınız birbirine değsin.
Şöööyyle sırtınızı kratere verin ve oturun Mars'ın üzerinde 
Koyun kendi hayali filminizi vizyona
Yani hayallerinizi koyun hayatınıza
Yıldızlar birer patlamış mısıra  dönüşsün
Keyfinize bakın, harbiden yüzünüz gülsün.
Hiç bir şey kaybetmezsiniz...
Doğruluk deyin.
Cesaret de deyin.
İkisini de deneyin,
Denemeden bildiğiniz her şey yarımdır çünkü , güvenin
Aynaya bakın
Kendinizi sevin
Saçınızı düzeltin,
Üç numaralı bakışınızı yapın,
Böyle uzun bir kahkaha atın.
Önce karizmatik olun, sonra küçük bir çocuk...
Heyecanınızı kaybetmeyin, 
Kaybettiyseniz de hangi deliğe girdiyse bulun çabuk.





Hiç bir şey kaybetmezsiniz.
Yeniden inanın..
Hem gerçeklerin farkında olun,
Hem de biraz umut dolu kalın.
Değer verdiğiniz bir kaç kişiyi hayatınzda sabit tutun
Fırsat buldukça da manasızca sarılın...

Hiç bir şey kaybetmezsiniz,
Biraz olumlu olun...
Aradığınız cevaplar yanlışsa
Doğru soruları sorun.
İlham vermiyorsa yaşamak size,
İçine biraz 'olursa olur, olmazsa olmaz' koyun.
Çünkü bazı şeyler olur
Çünkü bazı şeyler olmaz
Takıntılı hallerinizden kurtulun.

Hiç bir şey kaybetmezsiniz.
Aptal da olun,
Hatalar da yapın,
Olmayacak duaya amin de deyin
Bahaneler de uydurun.
Eğer ki uydurduğunuz bahaneler ceviz kabuğunu doldurmayacak olanlardansa,
Siz de çekirdek kabuğunu doldurun.
Hayatı ve zamanı kendinize uyarlayın
Herkesin boyu ve kilosu bir değil, unutmayın.

Hiç bir şey kaybetmezsiniz.
Özgür olun,
Tasasız olun,
Huzurlu olun,
Aşık olun.
Bebek olun
Büyük olun,
Güçlü olun,
Mütevazi kalın,
Hoşgörülü olun,
Ön yargısız olun,
Saçma olun,
Yaratıcı olun,
Diyette olun,
Yurt dışında olun,
Yurt için de var olun.
Boş olun, bomboş olun
Okur olun, yapıcı olun....
Kısacası baktınız herkes aynı,
Siz bari BAŞKAsı olun!

Şimdi bir de şu linke(Mucizeler Komedisi müzikalinden bir bölüm, vaktiniz olursa ara sıra ruhunuzu müzikle ve tiyatroyla doyurun)  tıklayın  http://www.youtube.com/watch?v=YEWdWcRzVtg


Siz bir şeyler olmaya karar verirseniz kendiliğinizden olursunuz zaten. 
Hiç bir şey kaybetmezsiniz,var olan bir dünyayı, daha iyi yönde değiştirmekten...