30 Ocak 2013 Çarşamba

Mark&Nicole -1


   

        ' Merhaba Mark.Bu mektubu sana yazmalıydım çünkü yazacak başka kimsem yok.Sessizliğin hiç bir şeyi halledemediği bu zamanda, benim yazmak için bile senden başka bulabildiğim biri yok. Kendini değersiz hisset diye söylemiyorum, ne kadar yalnız kaldığımıza dikkat çekiyorum. Biz, böyle bir kaç kişi, bir kaç grup aranır hallerdeyiz.Seçimlerimiz, ah şu seçimlerimiz.Dertliyiz, çok dertliyiz...
          Kalabalık bir salonda,  boş bir koltuk arar gibi huzur arıyoruz.Aşk arıyoruz, sevgi,merhamet, şefkat, sessizlik...Bazen oturduğumuz koltukta  rahat hissedemiyoruz kendimizi ve ara verilir verilmez birileri ayrılmışsa salondan, onun yerine geçiveriyoruz.Bahanemiz de çoğunlukla önümüzü görememek, sesleri duyamamak, boyun ağrılarımız vs oluyor.Biraz da orayı deneyelim diyoruz.Yer değiştirmesek de üstesinden gelebileceğimiz şeyler için ilginç bile olmayan bahaneler uyduruyoruz.
        Samanlıkta iğne arıyoruz sanki her şeyiyle dört dörtlük insanları hayatımıza sokmaya çalışırken.O iğnenin gün gelip de bizim parmağımıza da batacağını, söküklerimizi dikeceğine, tam tersine hayatımızda delikler açacağını aklımıza getirmiyoruz bile. Çünkü insanız biz.Aslında savunmasız, akıllı, duygusal , mantıklı bazen hayalperest,bazen katı ve en önemlisi de kırılgan bir yapı...Kim güçlü görünürse görünsün, temelinde insandır,hani bir gün gelir kırıla da bilir demir sandığımız kapı.
          Zaman hatalarımız var.İlla ki birimizden birimiz, yanlış yerde, yanlış zamanda ve yanlış karakterler altında buluyor kendini.Birimizden birimiz, olmayacak duaya amin deyiveriyor gözünü bile kırpmadan.Hayaller kuruyor, gerçeklik payını koymadan..Bütünüyle, eksisiyle artısıyla, özündeki yapısıyla insanız işte, farklıyız ama aynı hayatta.
    "İnsanların yaptıklarıyla değil, giydikleriyle marka oldukları bir çağda;aşkların sahteliklerinden yakınmak yanlış olur"( Paulo Cohelho)
          Kalabalık bir dava  salonunda , bütün cümlelerimizle birini suçlar gibi aşkların gerçek olmayışından şikayet ediyoruz.Sanki hakim bey kalbimizi açıp içindekileri görebilirmiş, sözlerimizi duyup, o sözlerin içerisinden gözlerimize inebilirmiş gibi bir de durumumuzu ona bırakıyoruz.Anlattıkça içimizdeki zehir, öfke, yalnızlık, pişmanlık, mutsuzluk  azalır zannediyoruz, daha da anlatıyoruz, sonra da yaşadığımız şeyleri binlerce kez daha yaşıyoruz, başkalarının gözünde yaşatıyoruz ,böylece hafızalarımıza başarıyla kazımış oluyoruz.
         Biri bize olumsuz bir şey söyleyince sebebini soruyoruz da olumlu bir şey söyleyince nedense pek merak etmiyoruz.Çünkü biz insanların yargısıdır bu,olumlu bir şey söylediyseniz ispatlamanız gereksizdir.Ama olumsuzsa söylenen cümleler, işler genelde değişir.
         Bir düşün  Mark, hepimiz aslında bütün bu olup bitenlerin farkında olduğumuz halde susan insanlara dönüşmedik mi? Anlamaya çalıştığım şey, üç maymun oynamaya zamanımızın olmadığı halde , oyuncaklarını bir kenara itmeye çekinen, farkında insanlar neden var  çevremizde? Hatta dilim varmıyor da söylemeye, biz de onlardan biri olmuş olabilir miyiz Mark? Ben bu mektubu yazıyorsam sana ve  bütün bunları oturup karşılıklı konuşmuyorsak hala, bir şeyler ters gitmemiş mi sence de?Bilemiyorum Mark.Karışığım.O yelkovanla akrep birbirini kovalamaya devam ettikleri ve de bunu hızlı yaptıkları sürece ben bir şeylere yetişmeye çalışıyormuş gibi hissedeceğim kendimi, geçmişimi tamamlamak için de uğraşarak.İçinde bulunduğum toplumda güven hissedemediğim,düşüncelerimde özgür, hareketlerimde bağımlı olduğum müddetçe karışıklıktan da kurtaramayacağım kendimi.Kendisinin ne düşündüğünden ve hissettiğinden çok çevresindekinin neler söylediğini umursayan, aynaya baktığında kendisi için değil çevresindekiler için halli görünen, suçlu aradığında kendisini çevresinden dışarıda bırakıp, başarı tebrik edileceğinde her türlü ortamın içine giren biz  insanları, özünde aynı olduğumuz ama sonradan farklılaştırdığımız bu toplumumuzu anlayamadığım müddetçe ben karışık olacağım.Sen de onlardan birisin ve ben de !
Yaa Mark, gecenin bir yarısı , yazmalıyım yazmalıyım diye tutturduğum ve yine bir sonuca bağlayamadığım durum işte böyle.Elimden geldiğince yazmaya çalıştım kendi kendime konuştuklarımı, çünkü sözlerim uçtu yine....

                                                                                             Sevgiyle kal,
                                                                                              Nicole.
                                                                                            21 Ocak 2008'
                                                                                           


Bir şarkı; http://www.youtube.com/watch?v=fxZL0LIxK-Y



24 Ocak 2013 Perşembe

'-mış gibi yapabilme sanatı'

      -mış gibi yapmak bir sanattır.Ustaları vardır bunun.Gizli bir topluluktur bunlar.Özel bir bağlantınız yoksa sizi içlerine almazlar. Ara sıra eğitimleri vardır.Ben birine katılmıştım;
'-mış gibi yapabilme sanatı'.
Bir arkadaşım vasıtasıyla duymuştum bu eğitimi.Sanatın herhangi anlamadığım bir dalıyla ilgili de olsa kaçırmak istemeyen bir kişi olduğumdan,'aa ilginçmiş ben de gelsem olur mu,ücreti nedir? <hatta durumu abartıp, tam bir kendini geliştirmeye çalışan üniversiteli gibi davranıp> sertifika filan da veriyorlar mı eğitimin sonunda?' diye sormuştum.Nitekim eğitime gittim.Başta her şey normal seyrinde gidiyordu, konuşmacılar çıkıyor , kendi hayat hikayelerini anlatıyor , bazı yerlerde notlar almamız isteniyor, bizler gaza geliyor , onlar buna seviniyor, sonra karşılıklı pozitif enerjiler yayıyorduk. Bilmem kaçımızın aklından , bilmem kaç tane fikir geçti bilemiyorum şimdilik ama ben yaklaşık bir buçuk saat süren bu garip ama heyecan verici eğitimin sonunda şok oldum.Eğitimin moderatörü bütün konuşmacıları tabiri caizse eğitmenleri sahneye davet etti ve hepsine, onları böylesine bir konuma getiren gücün ne olduğunu sordu.Sormasıyla birlikte bütün konuşmacılar ellerindeki post it lerini havaya kaldırıp '-MIŞ GİBİ' dediler yüksek sesle.Bizler tabi ne olduğunu anlamamıştık ve bütün hararetimizle hiç bir şeyi kaçırmamak için notlarımızı almaya devam ediyorduk.Derken  bir kaç doktor geldi sahneye, tahminimce -mış gibi psikiyatristleriydi  bunlar.Mikrofonu eline aldı birisi ve şunları söyledi;'Her şey ne kadar güzeldi değil mi onlar hayat hikayelerini anlatırken.Çünkü ol-muş gibi, yaşa-mış  gibi , elde et-miş, kazan-mış  gibi davrandılar.İlk etapta ilginç geldi tabi onlara da bu şekil bir yaşam ,size dinlerken güzel ve heyecan verici geldiği gibi ama sonra ne oldu.Kendilerini tanıyamaz, hayatlarında olup bitenleri fark edemez, hedeflerini koyamaz, başarısızlığı hazmedemeyip, hırslarını kontrol edemez hale geldiler. -mış gibi yaptılar ve gerçekleştimeyi hiç düşünmediler.Zaten onların gözünde gerçekleşmişti ve bu da bize yeter dediler.Yetmez!Siz  buradan başka bir dünyaya ışınlanmadığınız ve o dünyada da yalnız kalmadığınız sürece  -mış gibi yapmak size sadece zaman kazandırır veyahut farklı bir açıdan bakarsak zaman kaybettirir.
Bu size muhteşem hayat hikayelerine sahip gibi görünen konuşmacılar var ya ...İşte onlar benim hastalarım.
Bir teşhis koyduk; -mış gibi sendromu..Kendilerinden ve onların ailelerinden aldığımız izinlerle de bu seminerleri düzenleme kararı aldık.Çünkü görmeden, duymadan, yaşamadan, kısacası algılamadan veya ters etkiler yapmadan insanoğlu bu tarz öğütleri veya yaşam şekillerini anlayamıyor. Hep kafasının dikine gidiyor.  -mış gibi sendromu'nun çıkış noktası tam olarak bilinemese de biz -mış gibi psikayatristlerinin bir araya gelmesiyle araştırmalar hız kazandı.2001 yılında...........'  Doktor bütün bunları söylemeye devam ederken ben gözlerim, ağzım, kulaklarım açık, şaşkın ama bir yandan da ilgili bir biçimde etrafıma bakıyordum.Herkeste bir nevi şaşkınlık, gülme, garipseme, dinleme, ciddiye alma ve mantıklı düşünme hali vardı.
O gün öyle bitti.Ertesi gün bu kez başka bir  arkadaşımla buluştum.Bana belki de içinde -mış gibi olan hikayelerini anlatıyordu.Bir an bir soru sordu, 'Ya ben böyle anlatıp duruyorum ama sıkılmadın değil mi?'
<İşte o an gelmişti .Ya -mış gibi yapacaktım, ya da hali hazırda olan şeyleri söyleyecektim.
'Aslına bakarsan biraz başım ağrıyor, şimdi dinliyor-muş gibi gözüksem , sen daha sonra bana bu hikayeyle ilgili bir soru sorduğunda cevaplandıramayacağım ve hem darılacaksın hem de yeniden anlatmak zorunda kalacaksın.İyisi mi sen şimdi anlatma, sonra konuşuruz zaten, olur mu? ' deyiverdim.Haliyle biraz bozuldu ama büyük bir tepki de göstermedi.Konuşmamızı sonlandırırken, olayları anlatırken -mış gibi yaptığını düşündüğüm arkadaşıma;
'Baksana bu aralar yapacak bir şeyin yoksa çok değişik bir eğitim var hem de ücretsiz, benim aracılığımla  katılmak ister misin ' dedim.
'Aaa olabilir aslında, adı ne eğitimin?'
'-mış gibi yapabilme sanatı'.


16 Ocak 2013 Çarşamba

Kayıp Yok Kazanç Çok;)

Hiç bir şey kaybetmezsiniz.
Gülümseyin, etraf ne der diye düşünmeyin..
Mutlu olduğunuzda zıplayın topuklarınız birbirine değsin.
Şöööyyle sırtınızı kratere verin ve oturun Mars'ın üzerinde 
Koyun kendi hayali filminizi vizyona
Yani hayallerinizi koyun hayatınıza
Yıldızlar birer patlamış mısıra  dönüşsün
Keyfinize bakın, harbiden yüzünüz gülsün.
Hiç bir şey kaybetmezsiniz...
Doğruluk deyin.
Cesaret de deyin.
İkisini de deneyin,
Denemeden bildiğiniz her şey yarımdır çünkü , güvenin
Aynaya bakın
Kendinizi sevin
Saçınızı düzeltin,
Üç numaralı bakışınızı yapın,
Böyle uzun bir kahkaha atın.
Önce karizmatik olun, sonra küçük bir çocuk...
Heyecanınızı kaybetmeyin, 
Kaybettiyseniz de hangi deliğe girdiyse bulun çabuk.





Hiç bir şey kaybetmezsiniz.
Yeniden inanın..
Hem gerçeklerin farkında olun,
Hem de biraz umut dolu kalın.
Değer verdiğiniz bir kaç kişiyi hayatınzda sabit tutun
Fırsat buldukça da manasızca sarılın...

Hiç bir şey kaybetmezsiniz,
Biraz olumlu olun...
Aradığınız cevaplar yanlışsa
Doğru soruları sorun.
İlham vermiyorsa yaşamak size,
İçine biraz 'olursa olur, olmazsa olmaz' koyun.
Çünkü bazı şeyler olur
Çünkü bazı şeyler olmaz
Takıntılı hallerinizden kurtulun.

Hiç bir şey kaybetmezsiniz.
Aptal da olun,
Hatalar da yapın,
Olmayacak duaya amin de deyin
Bahaneler de uydurun.
Eğer ki uydurduğunuz bahaneler ceviz kabuğunu doldurmayacak olanlardansa,
Siz de çekirdek kabuğunu doldurun.
Hayatı ve zamanı kendinize uyarlayın
Herkesin boyu ve kilosu bir değil, unutmayın.

Hiç bir şey kaybetmezsiniz.
Özgür olun,
Tasasız olun,
Huzurlu olun,
Aşık olun.
Bebek olun
Büyük olun,
Güçlü olun,
Mütevazi kalın,
Hoşgörülü olun,
Ön yargısız olun,
Saçma olun,
Yaratıcı olun,
Diyette olun,
Yurt dışında olun,
Yurt için de var olun.
Boş olun, bomboş olun
Okur olun, yapıcı olun....
Kısacası baktınız herkes aynı,
Siz bari BAŞKAsı olun!

Şimdi bir de şu linke(Mucizeler Komedisi müzikalinden bir bölüm, vaktiniz olursa ara sıra ruhunuzu müzikle ve tiyatroyla doyurun)  tıklayın  http://www.youtube.com/watch?v=YEWdWcRzVtg


Siz bir şeyler olmaya karar verirseniz kendiliğinizden olursunuz zaten. 
Hiç bir şey kaybetmezsiniz,var olan bir dünyayı, daha iyi yönde değiştirmekten...









9 Ocak 2013 Çarşamba

Garip

     Dinleyin,  güzel gelir ( http://www.youtube.com/watch?v=tWjNFC-FinU ) bu bitince bir de bunu dinşeyin:)  ( http://www.youtube.com/watch?v=gheYf9kvBRw )

   Gün geçmiyor ki kafam karışmasın, şimdiye kadar hiç denk gelmediğim bahaneler duymayayım, gerilmeyeyim, kendimi ve karşımdakini sorgulamayayım, anlam aramaya çalışmayayım.....Zar zor uzatabildiğim saçlarım kısalsın ki yalan söylemiyorum, ben sabitim, aynı Yağmur'um ama Dünya çok hızlı değişiyor.Şaşırıyorum.Dünyam şaşıyor.Düşünmek istemiyorum ama aklım, mantığım hatta mantıksızlığım bile bunu anlayamıyor. Nasıl olur ki böyle bir şey? Bildiğiniz bir şarkının tüm sözlerinin dğiştirildiğini, müzikteki duygunun aynı ama şarkının anlamının kaydığını  düşünün.Bir anda dinlerken ben bu şarkıyı bir yerden hatırlıyorum ama sözleri böyle değildi dersiniz ya öyle...Veya izlediğiniz karakterlere yanlış dublajlar yapıldığını veya yabancı bir filmin alt yazısının daha yavaş gittiğini farkettiğinizi düşünün.Zaten tam anlamıyla anlıyor olabilseydiniz alt yazılısını izlemezdiniz, bunu bir de karşınızdakine anlatamadığınızı düşünün.Yani izlediğiniz bir filmi niye bir daha izleyesiniz ki bunu anlatmaya çalışın ona.Olabilirse böyle bir şey tabi.O gerekli gereksiz tüm saçmalık ayrıntılarını, özenle işlerken eldiveninize, eldiveninizi çıkartamadığınızı düşünün.Öyle bir haldeyim işte. Çıkartırsam o eldiveni üşürüm.Çıkartırsam, yani reddedersem bu bahaneleri çıplak kalır ellerim.Öyle bir ruh halindeyim.
<Bu arada bir kitaba başladım bugün. 'NİLGÜN- İki Türk'ün Ölümü' (Sıtkı Uluç) Etkilendim.Etkilenmeye de devam ediyorum.Gerçek, duygusal, şaşirtıcı, kimi zaman iç karartıcı, bazen gülümsetici, bazen de düşündürücü bir hayat hikayesi.Sorgulatıyor kendi gerçeğinizi, yaptıklarınızı, yapacaklarınızı, hayallerinizi ve duygularınızı.>
     Yazdıklarımı okuyan bir tanıdığımla aramızda geçen bir diyalog var yakın zamanda; 
-Sen ne yazacağına önceden mi karar veriyorsun ? Spontane gelişmiyor mu ?
-Yani bazen bir yerde otururken aklıma bi cümle geliyorsa not alıyorum sonra o cümleden yola çıkıyorum , bazen de spontane gelişiyor.           
-O zaman bazen bir yerlerde otururken genel olarak karamsar oluyorsun ya da oturduğun yerler karamsar bölgeler diye düşünüyorum..                 
-Niye yazdıklarımı sadece benim yaşadığım veya benim düşündüğüm şeyler olarak algılıyorsun ki?(tabi sinirli değilim burada :))Diğer yazarları düşün mesela?(Yani haşaa ben bir yazar değilim daha kırk fırın ekmek,  hatta üzerine nutella filan sürmek, iyice süsleyip zenginleştirmek, bir güzel yemek, kendimizi geliştirmek lazım;)Elbette bilinçaltlarından birşeyler katıyorlardır ama başka hikayeleri dinledikçe onları da yazarlar.Ben çok yapıyorum bunu.(Demem o ki başka insanlarda da bulurum cümlelerimi ve ilham perilerimi bazen, onları da yazarım kendimle bütünleştiririm sonra.)
 Böyle devam etti sonra konuşma, daha fazla kendilerimin dışındaki cümleleri paylaşmayayım da kızmasınlar sonra bana:)Eleştiri yapmasını bilen ve verdiğin yanıtı anlamak için çaba sarf eden insanlar hala var mesela. Bunu bilmek, görmek, deneyimlemek gerçekten güzel.
Gelelim yine bugünkü gün geçmiyor ki garip bir durum yaşamayayım olayıma. Hakikatten ya gün geçmiyor ki huzursuz olmayayım.Kale alınmadığımı hissetmeyeyim(Bu benimle değil beni kale aldığını göstermeyen tarafla ilgilidir her zaman.Yani bazı iki üç tane kişisel gelişim kitabı okuduktan sonra kendini psikolog zanneden analizcilerim varsa şimdi ya da oluşacaksa üç-beş dakika içerisinde şimdiden söyleyeyim dedim,kendimle ilgili problemim yok, eksik olursam, geliştiriyorum eksik tarafımı ve bunu da bir olumsuzluk olarak görmüyorum, güvenim tam yani kendime ne demiş büyüklerimiz ben bana güveniyorum ama etraftakilere güvenmiyorum;))Her neyse ....Bugün de biter 3-4 saate.Uyku saatime o kadarcık kaldı. Soğuk bir su içtim bugünkü düşüncelerim üzerine.Zaten soğuktu içim, biraz daha buzlandı.Çözülür belki yarına, karlı yollar bile çamurlandı...

Karda Zordur Yürümek...

Bu gece bir sürü kar tanesi gelip burnumuzun, kirpiklerimizin, kaşlarımızın üzerine konacaklarmış.
Hepsi bir olup bütün suratımızı kaplayacaklarmış .
Sadece gözlerimizi açık bırakacaklarmış.
Tabi onları açıp kapatmak da bizlere kalmışmış, öyle diyorlar.
Çünkü şimdi gözlerimiz açık kalırsa kar taneleri oraya da girip, gözlerimizi sulandırabilirlermiş, ya da acıyabilirmiş biraz.
Ama muhteşem güzelliği görmek istiyorsak açık tutup biraz acı hissetsek gözlerimizde ,hiç bir şey olmazmış;Güzel şeyler görebilmek için o kadarcık zorluk çeksek bizden bir şey çalmazmış, bunu da ekliyorlar.
(Çünkü biz acı çekmeyelim diye kapıyoruz gözlerimizi ve gözlerimizi açıncaya kadar bütün gerçeklerin üzeri kaplanmış oluyor ya ondan söylüyorlardır tüm bunları.Çünkü biz o gerçekler karla örtülse bile karda izimiz kalmasın diye adım atmayıp sabit duruyoruz ya, görmemiş veya hiç duymamış gibi yapıyoruz ya, ondan öyle diyorlardır.)
Bu gece milyonlarca kar tanesi mesaj taşıyacaklarmış birilerinden birilerine, öyle diyorlar.
O yüzden camları biraz açık bıraksak mı acaba daha iyi duyarız?
Veyahut içeri girmelerine ortam sağlarız.
Tabi mesajı almak istemiyorsanız o ayrı.
Bu haberi de hiç almamış gibi yaparız.
(Çünkü biz bazen bazı şeyleri duymaktan korkarız ya , hani aslında o söylenecek şeylere ortamı biz hazırlamışızdır fakat kendimizden kaçarız ya, ondan diyorumdur ben hani istemiyorsanız onu da  duymamış gibi yaparız diye.)
Bu gece binlerce duyguya tanık olacaklarmış kar taneleri, öyle diyorlar.
Aşıklar, çocuklar, teyzeler, amcalar kar topu oynayacaklarmış.
Birbirlerine kar topu atacaklarmış.
Bazı kendini bilmezler, bazı kendini bilenleri sırtlarından vuracaklarmış.
(Çünkü biz bazen kendimizi bilsek de yanımızdakinin veya her gün gördüğümüz kişilerin bizim için ne kadar zararlı olabileceklerini farkedemiyoruz  ya, ondan öyle diyorlardır.)
Kardan adam yapacakmış kadınlar ve kızlar, öyle diyorlar.
Hem genel bir kalıp vardır ya kolay olurmuş yapmaları .
Zaten ertesi güne kalmaz erimeye başlarmış adamları ve aslında yerde öylece duruveren kar tanelerinden oluşan yığını gözlerinde çok büyütüp şekillendirdiklerini anlarlarmış böylece.
(Hani bazı kadınların hayal kırıklıkları, ayrılıkları, hıçkırıkları, dayak yeme durumları  varmış ya , hani bazı adamlar gerçekten eriyip giden veya kaybolmadan her şeyi mahveden adamlarmış ya ondan öyle diyorlardır , yoksa art bir niyetleri yoktur aslında .)
Bu gece milyonlarca kar tanesi bir olup, burnumuzun, kirpiklerimizin, kaşlarımızın üzerine konacaklarmış.
Güzel manzaralarıyla gözlerimizi açıp, gerçekleri görmemizi sağlayacaklarmış.
Ne iyi şu kar taneleri , bence artık biz de her şeye hazırız.
Gözlerimizi de açarız, karlarda da koşarız bu sefer,
Beyazı olduğu kadar siyahı da görelim yeter....

2 Ocak 2013 Çarşamba

yok bir de ikibinonüç geldi deseydiniz tam olsaydı ...

Şöyle saat 24:00 olsun da bakarız dedim.
Şöyle gece bir eve gidelim de yazarım dedim.
Teknik olarak tüm gün 1 Ocak zaten, bitirir paylaşırım, dedim.
Sonra az  önce bir baktım ki tarih 2 Ocak'ı gösteriyor ve ben yeni yıl yazımı anca 2'sinde paylaşabiliyorum.Buna da şükür;
Hoşgeldin 2013, hadi hepimizin yüzünü daha da güldür:)
E geldin de bizlere neler getirdin ?
Biz senin tabağını boş vermedik Allah için...
    Bolca politik sorun kattık, iyi-kötü haberler koyduk,üstüne biraz limon sıktık,sınavlar (maddi, manevi, edebi, siyasi,akademik vs) verdik, baktık iyice ekşileşince biraz sulandıralım dedik.İlişkilerimizden tut sevişmelerimize, sessizliklerimizden tut kahkaha atışlarımıza, yalanlarımızdan tut dobra oluşlarımıza, zenginliğimizden tut fakirlik manzaralarımıza, öfke nöbetlerimize, cinayetlerimize, evliliklerimize, sarhoşluklarımıza , şarkılarımıza, hayallerimize kadar yeterince açık oynadık kartlarımızı.
     Ben tatmin oldum mu 2012'den?
     Bir bakıma oldum isin garip tarafı.
     Peki aratır mı dersiniz hep eskiyi yeni gelen?
     Bekleyelim ve görelim 2013'ün numarasını.

Yeni yıla girdikten sonra ufak bir diyalogla hem güldüm hem düşündüm açıkçası;
'-Valla şu an kafam yerinde değil, çok içtim, güneş bile nereden doğuyor bilmiyorum....
 -O nereden doğacağını bilir boşver sen kendini düşün:) ' (Ne yalan söyleyeyim,, güzel tespit, güzel cevap)

    Benim 'sorun yaratanlar' diye tabir ettiğim kısım hep ne yapacağını bilir.Hani onların iki adım sonra ne yapacağını tahmin etmeye çalışır, onlar yerine şimdi ne yoldan gitseler iyi olur diye düşünür, kendimizi unutur, güneşin yönünü şaşırma ihtimalinin varlığından ötürü yaşamayı bırakır, beynimizi çürütürsek, bu işler olacağına varmaz, olacağı varsa da olmaz.Elbette zımparaların düzeltemeyeceği pürüzler, pompaların açamayacağı tıkanıklıklar, yumrukların çözemeyeceği  fikir bazlı kavgalar, imkansız aşklar, imkanlı yalnızlıklar ve daha bir çok olumsuzluklar silsilesi etrafınızı kaplayacak ama bunların yanında paranın elde edemeyeceği duygular, teknolojinin bile getiremeyeceği mucizeler, konuşmadan anlaşılan fikirler, gerçekleşen rüyalar, içten gelen sarılmalar, birbiri tarafından sevilmeler ve küçük bir çocuktan ufak bir gülümseme almak  gibi çok şirin mi şirin durumlarla da karşılaşılacak...Yani doğru yolu , doğru pencereyi seçerek değil, seçtiğimiz pencereden kendimize doğru gelen yere bakmakla bulabiliriz ancak..
  İnsan mükemmel bir varlık olsaydı, burada yapacağımız bir şey kalmaz , yaşamamız anlamsızlaşırdı.Bu yüzden düşmekten, yanlış yapmaktan, sorgulamaktan, sorgulanmaktan çekinmemek lazım.Yılmaz Özdil'in üniversitemizde(Özyeğin Üniversitesi'nde) çekilen bir programa katıldığında söylediği gibi <Dağıtmadan toparlayamaz insan> Yasaklananları inadına yapacağız, tecrübe edeceğiz ki hangi yol daha iyi muhakeme yapabilelim.Takdir edilmeme korkusu olmadan hem mahvedelim bir şeyleri hem de yapıcı olup daha iyisini ortaya koyabilelim.
   Hem fiziksel hem ruhsal buradayız biz.Yani aslında burada olduğumuzu belli etmeliyiz çünkü eğer istersek varlığımızla koskoca bir kadehi doldurabiliriz. Sonra o içinde bulunduğumuz kadehi dökebilir, kırabilir, sallandırıp yeniden durdura da biliriz.Bize kalmış artık o, kalitemizi kendimiz belirleriz.
  (Bu yazı yeni yıl yazısı olacaktı pardon konunun dışına çıktık biraz:))
   Yeni yıl,  bir yeni yıl,  bir yepyeni yıl.Aslında ben 2012'den bir hediye aldım ve o hediyeyi önümüzdeki herhangi bir yeni yılda devredesim yok.Büyük ikramiyeyle aynı kategoride olmasalar da beni mutlu etmeye yetecek bir durum aslında.(Ay yok bu yine bir 2013 yazısı olmayacak gibi görünüyor:))
İyi de daha yaşanmamış bir yıl hakkında ne kadar boş konuşabiliriz ki.Dönüp dönüp eskiden bahsediyorsak açık bir şeyler var demektir, yarım kalmış olaylar, çözülmeyen sorunlar veya doyulmamış mutluluklar var demektir.
Hadi hayırlısı.
Hakkaten söylüyorum  bu kez 'hayır'lısı...
Evlenenlere de söylüyorum bunu, oy kullananlara da!
Emin değilseniz 'hayır'lısı...Yeni gsm kampanyanız içinize sinmiyorsa 'hayır'lısı, arkadaşınız hoşunuza gitmeyen bir şey istiyorsa ve siz kırmak istemiyorsunuz diye sineye çekiyorsanız ,çekmeyin ;'hayır'lısı, yemeğinizin yanına ekmek alır mısınız? ay yok 'hayır'lısı, beyfendi saf mısınız, olur mu efendim 'hayır'lısı,<hanımefendi> large mı giyerler acaba? ne münasebet 'hayır'lısı, hatta mümkünse <kadın>lısı...
    Bu liste daha böyle uzar gider,illallah getirtir.Bu kız da amma HAYIRcıymış diye düşünmeyin çünkü bilen bilir;.Siz neye 'hayır' diyeceğinizi bilirseniz 'evet 'ler size  kendiliğinden gelir!