18 Ekim 2013 Cuma

Kenan'ın Yalan Hikayesi

Kenan gece lambasını yaktı.Yavaşça kalktı yatağından.Çünkü yastığı rahatsız etti.Gece saat on birdi ve hala aldığı nefesin onu huzursuz ettiğini fark etti..(of ne kadar çok 'etmek' fiili var)
Çünkü yalan söyledi, kimse bilmese de o biliyor.
Bir yudum su içerse, bir derin nefes alırsa geçer sandı.(Aramızda kalsın ama ne kadar da aptal bu adam.Hiç bir yudum suyla, bir derin nefesle geçer mi yalan söylemenin pişmanlığı, hayır ben zamanında yaşadım oradan biliyorum. Hele bir de kendine söylediğin yalan var ya, o çok fena bir huzursuzluk sebebi.Neyse bu sefer konuyu kendime çekmemeye kararlıyım, konumuz Kenan'ın yastığı veya rahatsızlığı , işte zaten çok rahatsız bir insan kendisi oturuşundan bile belliydi hep.)
Aslında ne yapması gerektiğinin farkındaydı.
O numarayı çevirecek, konuşmak isteyecek, muhtemelen reddedilecek ama yılmayacaktı.İpin ucunu bırakmamalı, işi sonuca odaklamalıydı , yoksa bu yalan var ya onu mahvederdi, yakardı.
Eli telefona gitti ama her zamanki gibi bir bahane buldu çevirmemek için, saat çok geç olmuştu.Ya şimdi uygunsuz bir durumdaysa ya da uyuyorsa?(Nedense aklına ilk uygunsuz durumda olduğu gelmişti, çünkü Kenan kendisi zaten çok uygunsuz biriydi.Hiç bir zaman uygun olan şeyleri düşünmezdi, ortam çocuğu işte ne beklenirdi ki.)
Sabahı bekledi.(Heh evet ondan anca sabaha kadar beklemesi beklenirdi.Bir insanın hayatından 5-6 saat daha çalması. )
Uyandı.Kahve makinesinin düğmesine bastı.Kapıyı açtı, kapıcının ekmek ve gazete bırakmış olması gerekliydi , diye düşündü ama sonra da ben kapıya öyle bir not koymamıştım ki, dedi kendi kendine ve kapıyı geri kapattı. Kahvesini koydu.Bir yudum aldı.Bir yudum daha...(Aaa kahve ...Şeker atmış  mıydın Kenan?Hayır ben atmıyorum da.. Neyse...)
Sonra birden gözlerini dikti camdan dışarı. Açtı gözlerini, ovuşturdu, havaya iyice baktı.Aman tanrım ne kadar da güzeldi.Güneşli ama serin, serin ama üşütmeyen , üşütmeyen ama yine de ceketin yokluğunu hissettiren, ceketin yokluğunu hissettiren ama ceketsiz de yaşatan bir havaydı.Bu havayı değerlendirmeliydi tam ceketini alıp dışarı çıkacaktı ki aklına yarım bıraktığı tamamlamadığı bir iş geldi.(Bir önceki geceki telefon görüşmesini yapacak sandınız değil mi? Ben de öyle ama meğersem tamamlanmamış iş dediği, kendi işiyle ilgiliymiş göndermesi gereken bir evrak.O kadar gamsız işte siz düşünün gerisini.) 
Evrakları e-postaladı iş arkadaşına.Kahvesinden son yudumunu da almayı ihmal etmedi giderayak.Yüzünü ekşitti , soğumuş diye kahve. (İçebileceğin kadar koy  o zaman Kenan , sırf israfsın be adamım.)
Çıktı dışarı. Cep telefonu çalmaya başladığı an sanki kulağının içinde çalıyormuşcasına irkildi.(Evet evet işte o an aklına geldi o telefon görüşmesi ;birinci çinko.)
Arayan ona göre gereksiz insanlardan biriydi. Açmadı. Önce araması gereken kişiyi aramalıydı.Cebindeki kartı çıkardı, çevirdi, içinden "eğer sonuna kadar çaldırdıktan sonra açmazsa bir daha aramam bu konu da böylelikle kapanmış olur" diye geçirdi. Çaldırmaya başladı.Telefon bir kaç kez çaldı ama açan olmadı..
Kenan tam "ben elimden geleni yaptım" diyerek  kendini ömür boyu sürecek bir yalana tutsak edecekti ki telefon yeniden çalmaya başladı. Bu sefer aslında tam da gerekli biriydi arayan.Parmağı hafiften titredi tuşa basarken, hafiften yutkundu, ve aramayı cevapla tuşuna bastı.
-Beni aramışsın?
-Evet Asya, seninle bir şey konuşmam lazım...


Not: Kenan ismi şimdilik benim uydurmam olmakla birlikte , gerçeği de yansıtıyor olabilir.Siz yine de dikkat edin Kenan'a, Ahmet'e, Mehmet'e...

15 Ekim 2013 Salı

Fark Etmez...

O anlamaz,
Öteki bilmez,
Berikinin gerçekleri olduğu gibi anlatmaya zamanı olmaz,
Ama ne hikmetse , kendi ürettikleri iftiraları,  gerçek sanacak dereceye gelecek kadar zamanlarını harcayıp, kafalarında kurup oynatmaya üşenmeyip, ürettiklerini en yakınlarında buldukları dedikodu makinesine aktarırlar.
Yani olanları değil olmayanları olmuş sayıp, olmuş sandırırlar.
Çok acayiptir bu tip insan modeli.
"Çoh acayiptir" dersem daha etkili olabilir.<Orada bir düşünme payı katıyor 'h' ünsüzü ve 'o' ünlüsünü söylerken uzatınca, bana öyle gelir>
Boşluktan mıdır,
Kafasının boşluğundan mıdır,
Ottan mıdır böcekten midir bilinmez...
Kıskançlık vardır belki ,
Belki de geçmişten gelen bir intikamın günümüze uyarlanmış şekli; ama bana sorarsan o gemi çok fazla yürümez.
Komşudan malzeme isteyerek bir kaç günden fazla yemek çıkaramazsın ortaya çünkü.
Sen ne kadar yaratıcı olursan  ol,
Elindeki malzemeler bitti mi,
Gelir senin de yemeklerinin son kullanma tarihi.
Hikayenin başında da ortasında da sen olmalısın ki yaşadığın ,
Senin istediğin gibi devam edebilmeli kendi adına anlatacağın..
Onun, ötekinin ve berikinin yaşadıklarından kendi ağzına bal çalarak  devam edemezsin yaşantına.
Sana da bir iki çizik atılmalı
Senin de kalbin yerinden çıkmalı
Sen de aşk acısı çekmelisin,
Bir iki kadeh  içse bile ağlamalı....
Anlamayı istemlisin ki anlayabilesin.
Birilerine gülümsemeyi bilmelisin
Bilmelisin ki biri başkasına gülümsediğinde, beynin bunu yanlış kaydetmesin.
Sen hep güzelsin,
Bırak da kalbin bunu karakterine itiraf etsin...


7 Ekim 2013 Pazartesi

05/10/2013

......Hava ılık ve ben deniz kabukları topluyorum.
Bir taraftan da kumdan kaleler yapıyoruz  kardeşimle.
Elimi açıyorum, 
'Bak, şimdilik bu kadar toplayabildim, ama ne kadar da değişikler değil mi?' diyorum
Bakıyor...
Topladığım deniz kabuklarının ne kadar  farklı olduğunu o da görsün istiyorum.
Gülümsüyor...
Ona gülümsemeyi yakıştırıyorum.
Espri yapmayı da yakıştırıyorum ve muhtemelen zeki bir espri yapıyor deniz kabuklarım üzerinden;
Devam ediyorum kumsalda yürümeye.
Ayağım suya bata çıka,
Yüzüm güneşe dönük,
Gözlerimi kısa kısa,
Hangi deniz kabuğunun toplanmaya daha değer olduğunu anlamaya çalışıyorum.
Arada da ona soruyorum.
Pek yorum yapmıyor...
'Topla işte ne fark eder,
Sonuçta senin olacaklar ve elinde taşıyacaksın 'diyor.
Onun benden daha farklı bir bakış açısı oldu her zaman
Ve bazen özendim de aslında.
Çünkü siz neyi alıp hayatınıza koyduğunuzun farkında olmadan geçiverir zaman.
Benimki de geçiyor.
Hava kararırken hafif bir yağmur başlıyor.
İyi oldu bu,  diyorum 
......deniz kabuklarım arınmış olur daha iyi görürüm renklerini, şekillerini, çizgilerini belki....'
Sanki gidip kendim de yıkayamayacakmışım gibi
Çocuğum işte..
Hala çocuğum...
Şikayetçi de olmadım hiç.
Müzik dedim sonra.
Müzik eksik.
Kafamda çalmaya başladı bir şeyler
Ne yazarı belli ne bestecisi
Belki de ben uydurdum bilemiyorum
Ama çalıyorum...
Böylesi muhtemelen daha iyi..
Dönelim artık, diyor.
'Dur biraz daha kalalım, hangilerini alacağımı seçeyim, bak mesela bu biraz çirkin bir kabuk, atayım denize'diyorum.
Sonra yüzüme bakınca öyle uzun uzun 
Bir kez daha düşünüyorum
Acaba bu da mı olsa.
Çünkü çirkin veya değil,
Benim elime geçmiş,
Toplamışım, benimle buralara kadar gelmiş
Bir anlamı olmalı ki benim hikayeme girmeyi seçmiş
Sonra kararlıca başımı yukarı kaldırıp 'Neyse kalsın' diyorum.
Şimdi suya verirsem götürür.
<Çünkü yaşadım bir kaç kez öyle bir şey...>
Ellerimiz kollarımız şekilli-şekilsiz, renkli-renksiz kabuklarla dolu ,
Yaptığımız kumdan kalenin dalgalar yüzünden mahvolacağını bile bile dönüş yoluna geçiyoruz.
Olsun bir daha yaparız diyoruz.
Sen ve ben olduğumuz sürece 
Bize değer veren insanlarla
Yarattığımız kalemizde mutlu olduğumuz sürece,
Sonrasından hiç kaçmayız.
(Sonra tatlı bir uykudan nasıl uyanırsa insan öyle uyanmışım bu gerçek rüyadan..)
Aslında öyle,
Her geçen sene geriye bakıp,
Şimdiyi yaşayıp,
İleriyi  planlarız...
Sonra bir kırılma noktası gelir
Ve hepsini birbirine karıştırırız.
'Geri'sini unutmayız belki ama, olan bitenle değil,
Başımıza gelecek  ve bitmeyecek olanla yaşarız
Topladığımız deniz kabuklarını, aynı özenle saklarız...
Tartarız, eleriz, dersimizi çıkarır yolumuza devam ederiz.
En azından deneriz;)