26 Haziran 2014 Perşembe

Anadolu Yakası'nda Sempatik Bir Gündü:)

25 Haziran 2014
Bu aralar biraz boş takılmaya çalışıyorum aslında. Finallerim bitmiş, stajlarımdan biri tamamlanmış, yaz tatili başlamışken, boş durmaya alışık olmayan bünyeme "Hiç bir şey yapma, biraz kafanı dinle!" diyorum ama tabi yine başarılı olamıyorum malesef. Ufak çaplı işler, planlar ve organizasyonlar yine mevcut. Şikayetçi miyim? Hayır asla;)

"Radyo programı yapamasak da, blogumuzda paylaşırız." diyerek yaptığımız, kendi kendini geliştiren müzikli paylaşımlarımıza devam ediyoruz. Çarşamba sabahı önceden sözleştiğim, dostlarımdan, dert ve eğlence ortaklarımdan biri olan Ayberk ile buluşmaya giderken, Kadıköy'de her zamanki durağımda durdum ve vitamin depoladım.
Kulağımda Waldeck- Memories çalıyordu. Greyfurt+portakal karışımımı bir kaç yudumda bitirip şarkı eşliğinde yoluma devam ettim.
*Waldeck- Memories; http://www.youtube.com/watch?v=zM39EUa1uQk

Not: Bu arada greyfurt tüketmeyi seçeceğiniz en yararlı meyvelerden biridir. Acıdır, belki ilk etapta da biraz mide bulandırır ama yağ yaktırıp C vitaminini de arttırır;)

Buluştuktan sonra bir şeyler atıştırıp karnımızı doyurduk ve Kadıköy sokaklarında böyle küçük şirin bir yer bulup, kahve içesimiz geldiğini dillendirdik. Sonuç olarak Barlar Sokağının sonuna geldikten sonra karşımıza çıkan Cuba Coffee Social Club'ta kahvemizi içmeye karar verdik. İsminden de tahmin edileceği gibi, Ayberk Cuba Latte içti, ben de Cuba Americano. Ortaya da bir limonlu cheesecake söyledik. Sohbet, muhabbet derken tabakta ve bardaklarda hiç bir şey bırakmadık. O an fiziksel olarak dinlemiyor olsak da aklıma gelen, kulağımda çalan şarkı  Birdy- Maybe idi;
Hayallerinin bir gün mutlaka gerçekleşeceğine inanmak isteyenlerin şarkısı. Bir gün eski günlere bakıp da gülümseyebileceği şeyler yaşamak için çabalayan dostlukların, arkadaşlıkların ve aşkların şarkısı.


*Birdy- Maybe; 

http://www.youtube.com/watch?v=sBpsuRKT4hc

Not: Bu arada kahvelerin lezzeti fena değildi ama öyle aman aman da bir tadı yoktu. Diyeceğim o ki isme aldanmamak gerek, ama önemlidir risk alıp denemek;)





Günlük kahve krizim gelmeden ucuz kurtardığımız bir kahve seansından sonra Bostancı sarı dolmuşlarına atlayıp Caddebostan Sahilinin yolunu tuttuk. Kim demiş Anadolu Yakası'nda hayat yok diye?  İsteyince öyle güzel ve dinlendirici şeyler yaparsınız ki o cümleleri geri yutmak zorunda kalırsınız;)
Biz hazırlıklı gitmiştik. Sürekli bu keyfe erişebilen insanlar olmadığımızdan bizde öyle kolay açılır sandalye mandalye yoktu ama havlularımız ne güne duruyordu:) Giderken yanımıza almıştık zaten havlularımızı ve tabi ki kitaplarımızı. Haftaiçi olduğu için sakin bir gün gibiydi sahilde. Serdik havluları ve açtık keyif biralarını (evet alkole karşı değilim dozunda alındığı sürece;))
Tabi o sıralarda benim aklımda yine bir şarkı dolanıyordu;
Vance Joy- Riptide;
Ne bileyim hoşuma gitmişti şarkı, ilk dinlediğim zaman da İngiltere'de tarzını çok sevdiğim bir sokakta rastgele girdiğim bir pubta çalıyordu. İyi ki "Shazam" diye bir uygulama vardı ve iyi ki telefonum akıllıydı da şarkının ismini bulabilmiştim. (anılarımı şarkıyla sabitleyebilmiştim:))
*Vance Joy- Riptide; http://www.youtube.com/watch?v=uJ_1HMAGb4k

Not: Evet ara ara İngilizce gramerimi tazelemek için İngilizce roman okumaya çalışıyorum, aslında pek de zevk almıyorum ama bir şekilde güncel tutmak gerek:) Ayrıca evet ayaklarımın numarası 39 filan hatta bazen 40 bile giyebiliyorum:)

     


Ortamımızdan bazı alakasız görüntüler:)



 Yanımızda getirdiğimiz kitaplarımızı okurken Ayberk'in okuduğu kitaptan bir bölüm dikkatini çekince bana da okuttu ve o kitabı bitirdiği zaman, tamamını da okumaya karar verdim.
 İşte küçük bir kesit;
  "Tamam, bundan sonra bir şeyi öğrenmek istediğin zaman balıklama dalacaksın."
  Brida bu dersi çabucak unutmuştu. Daha yirmibir yaşında olsa da pek çok şeye heveslenmiş, ama hızla başladığı her hevesten aynı hızla vazgeçmişti. Zorluklardan korkmazdı, onu ürküten belirli bir yolu seçmeye zorlanmaktı. 
   Bir yol seçmek demek, öteki yolları deneme fırsatlarını kaçırmak demekti. Önünde koca bir hayat vardı ve ilerde şimdi yaptığı seçimlere pişman olabileceğini düşünüyordu.
"Kendimi bir şeye mahkum etmekten korkuyorum." diye düşünüyordu. Olabilecek bütün yolları denemek istiyor, sonunda hiçbirinde yol almıyordu.
                                                                                                                                                                                                                         Paulo Coelho - Brida




   Bir kaç saat süren bu dinlendirici ve bir o kadar da dolu dolu geçen Caddebostan keyfimizden sonra kapanış kahvelerimizi içip evlerimizin yolunu tutmaya karar verdik. Bu sefer bilindik bir tat için  Barlar Sokağının yukarısına çıkarken sol taraftaki yeni açılan Starbucks'ta oturduk. Türk kahvelerimizi söyledik. Umut hiç bir zaman tükenmez, şansın da nereden geleceği belli olmaz deyip, fincanlarımızı kapattık ve günü sonlandırdık.


 

Sevdiğiniz bir dostla paylaştığınız gün sizi enerjik kılar; zamana ve hayata daha da bağlar :)



25 Haziran Çarşamba gecesinin şarkısı ise bu aralar benim favorilerimden biriydi;
Dinlediğiniz için kendinizi şanslı sayabileceğiniz türden.
Hani o sesin tınısını kulağınızda hissettiğiniz zaman, bambaşka dünyalara gidebileceğiniz türden.

*Esther Phillips - Try Me; http://www.youtube.com/watch?v=2ezNKVfpBZU


Şarkılarımı, hikayelerimi, düşüncelerimi paylaştım yine. Umarım linklere tıkladığınıza pişman olmamışsınızdır;)
Her türlü soru, yorum, paylaşım veya öneri için mail adresim;
ygmrsmsk@gmail.com

Hoş kalın:)





23 Haziran 2014 Pazartesi

Keyifli akşamlar/sabahlar, Sorgusuz- Sual(siz) dinleyicileri;)

Keyifli akşamlar/sabahlar (hayır belki de işe gittiğiniz için erken yatıp bu muhteşem blog yazısını kaçırmışsınızdır, sabah fark etmişsinizdir ve okumak istemişsinizdir, olamaz mı, olabilir, işte o yüzden "sabahlar" kelimesini de ekledim ki kendinizi konu dışında hissetmeyin:)) Sorgusuz- Sual(siz) dinleyicileri,
Bildiğiniz üzere, Radyo Özü'deki yayınlarıma dünyamın bir kaç parçaya bölünmesiyle biraz ara vermiştim.(Bunlar temel olarak 3'e ayrılıyor; Staj, üniversitenin sınavları, özel hayat <bu da kendi arasında 4'e ayrılıyor; aile, dostluklar, arkadaşlıklar ve aşk.>) Ardından yakın bir zamanda Instagram üzerinden paylaştığım bir video aracılığıyla da radyomuzdaki teknik aksaklıklar hakkında kesin bir ilerleme olmasa bile sizlerle bir şekilde paylaşımda bulunabileceğimi beyan etmiştim.
Her neyse, uzun lafın kısası (ki bu benim blog sayfamda hiç olmayacak biliyorsunuz, hadi yine bir umut:)) önümüzdeki iki üç ay hakkında bazı fikirlerim olsa da kesinleşmeden paylaşmak istemediğim gibi sizlerle ayrı düşmek de istemedim. Çünkü paylaşmayı seven bir insanım (yalnızlığımı pek olmasa da;)
Şarkıları, duyguları, düşünceleri paylaşmak bana hep büyük bir mutluluk ve yaşama sevinci veriyor. Çünkü her defasında yeni bir şey öğreniyorsunuz paylaştığınız kişiden; paylaşan kişi siz olsanız bile!

Benim bir sürü hikayem var, dolayısıyla şarkıların da bende bir sürü hikayesi var...
Dinlediğim an, içinde bulunduğum durum, hissettiğim duygular sayesinde binlerce farklı hikaye.

Mesela şu şarkıyı dinlerken Çeşme'ye gidiyorduk ve inanılmaz bir şekilde yağmur yağıyordu.
"Şu Şarkı"/ Jane Birkin-Living in Limbo ;
 http://www.youtube.com/watch?v=tIFtUOzw6GM saat 3 mü 4 mü neydi ve ben biraz uyuyup uyanmıştım arabada. Belirsizlikler içinde yaşayan, yanına ne aldığını veya aldıklarını nerede bırakacağını bilemeyen, son durağın neresi olacağını göremeyen insanların şarkısı.

Mesela bir gün bir şeyler oldu ve ben sırılsıklam ıslandım.
Arkadaşımın beni bıraktığı yerden metrobüs durağına yürüdüğüm an hızlanan yağmur, benim elimde olmadan kendimi koruma çabalarımı, üzerimdeki trençkotumu, kot pantolonumu, beyaz bluzumu, kolyemi, çantamı, çantamın içindeki bir adet Arzum Uzun kitabını, akbilimi, saçlarımı, yüzümü, sivilcelerimi kapatmak için sürdüğüm fondotenimi acımadan ıslattı, aslında yıkadı. Yetmiyormuş gibi o günün garipliğinin farkında olmadan giydiğim babetlerimi sanki denize, deniz ayakkabısıyla girip çıkmışımcasına suyun içine soktu çıkardı. Sonra ne mi oldu? Metrobüse bindim. Nedense herkes kuru, bir ben o sıralarda yakalandığım için bu dengesiz yağmura, sırılsıklam. Şıp şıp su akıyordu durduğum yerden. Hani şu "from where I stand" fotoğrafları var ya sosyal medyada paylaşılan, ben öyle bir şey paylaşsaydım o anda, kendinizi tatlı su akıntısında bulurdunuz herhalde. Neyse ki yol çok uzun değildi. Altunizade durağında inip, artık ıslandığıma göre çok da acele etmeden yürümeye başladım. Yağmur hala yağıyordu ve en irite olduğum cümleleri duydum yine; "Yağmura şemsiye, yağmura şemsiye..." Yok ya? Hem vücudumun her zerresine kadar ıslanmıştım, hem de 5 lira verip kıytırık bir şemsiye alacaktım öyle mi? 'Yemezler' dercesine bir bakış attım amcaya ve Altunizade metrobüsün o uzun parkurunu tamamladıktan sonra artık 10 dklık yol için minibüse binmeye hazırdım. Minibüs şoförü beni taaa ileriden görüp halime acıyıp bekledi. Bindiğim an herkes benden kuruydu ve adam yine halime acıyıp "Kaloriferi açayım mı?" dedi. Yok, dedim ineceğim şimdi.. İndim...
Apartmanın önünde şıkır şıkır giyinmiş, elit bir kadın taksi bekliyordu ve tabi ki elinde şemsiyesi vardı. Beni görmemekte ısrar edip her adımımda arkaya bir adım daha atıp benim apartman girişine giden yolumu kapayınca, "Afedersiniz ama isterseniz geçeyim yoksa size sürtünüp geçmek durumunda kalacağım ve bu sizin için kötü olabilir, malum." dedim üzerimi göstererek. Kadın güldü "Ay pardon görmemişim." Neyse evime girdim. Bütün kıyafetlerimi çıkardım ve yakın arkadaşlarımdan birine "Acaba duş almadan sadece kurulansam ertesi gün hasta olur muyum?" diye sordum, "Yok bence olmazsın." dedi ve kız dayanışmasını bir kez daha yaşayıp rahat mı rahat koltuklarıma oturdum. Kahvemi koydum, battaniyemi çektim ve müzik açtım. İlk çıkan şarkı da buydu;
"Bu şarkı"/Norah Jones-Young Blood; 
http://www.youtube.com/watch?v=3WVH8kxF7cI



Bugünlük paylaşımımızın sonuna geldik sevgili Sorgusuz-Sual(siz) dinleyicileri.
Umarım size güzel zaman geçirtebilmişimdir ve umarım paylaştığım bu iki şarkıyı seversiniz, hatta sizin de birbirinden güzel anılarınız olur ve benimle paylaşırsınız:)
Mail adresim: ygmrsmsk@gmail.com

Paylaşımlarınızı bekliyor olacağım.
İyi geceler/günler;)





16 Haziran 2014 Pazartesi

E Bir Denesen Diyorum?

"Müzik değişince dans da değişir." bir Afrika atasözü...

Bırak şu;
"Bize böyle öğrettiler.", "Ben bunları hiç yapmadım.", "Bizim oralarda o işler böyle yapılmaz.", "Elalem ne der?", "Atsan atılmaz, satsan satılmaz.", "Ben yerimde iyiyim.", "Çok şükür bize bu da yeter.", "Risk alırsak beter mi beter.", "Boş duranı sevmez ama gezenden de haz etmez.", "Tak sepeti koluna herkes kendi yoluna.", "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın da ne yaparsa yapsın başkalarına.", ayaklarını...

Bal gibi ortasındasın işte bambaşka hayatların ve ayak uydurmaya çalışmaktan başka çaren yok.

Gözlerini gerçeğe kapatıp, görmeyeceksen olup biteni, kendini mağaraya kapat daha iyi.

Denemeyi dene!

Çünkü rüzgar nereden eserse essin gidecek bir yer bulabilirsin kendine.
Bir canın varsa hala ve nefes alabiliyorsan "çok şükür",
İzlemeyi bırak, yaşamaya bak!

Duyduğun ses aynı olmayacaktır yaşam boyu.
Sen tek bir nota öğrenmişsen ustalarından,
Suçlayamazsın beste yaratanları, senden daha fazlasını yaptıklarından...




Şöyle bir dönüp baksan etrafına ...
Anlayacaksın belki gerçek olan, şimdidir.
Durup düşünsen biraz
Farkına varacak gibisin, geçmişte öğrendiklerinin belki de modası geçmiştir.
Empati yapabilsen biraz,
Diyeceksin belki, bu da onun karakteridir.
Kapıdan dışarı adımını bir atıversen,
Ya da farklı bir televizyon programı izlemeyi seçsen,
Olmadı gazete okusan, kitap karıştırsan,
Ne bileyim işte hayatı yakalayabilmek için bir şeyler yapsan
Göreceksin ki soluduğun hava bile aynı değildir.
Beş dakika önce düşündüğün şeyden,
Şimdi vazgeçebilme ihtimalin bile söz konusuysa,
Belki de gardını indirmenin tam vaktidir.
Sahne kalabalıktır, ama eğlencelidir de bir taraftan
Oturmak istemez yerine, zevk alan hayattan...
İşte bu yüzden, kimileri daha farklı adımlar öğrenir
Çünkü bilirler ki "Müzik değişince dans da değişir."


11 Haziran 2014 Çarşamba

Limon Ağaçları Var Çünkü...



Sorun ne biliyor musun? 
İnandığım şeyler benden uzaklaşırken hiç farkında olamamışım. 
Şöyle bir durup, nefes alıp, benden tabana kuvvet kaçmaya çalışan en ufak inancımı yakalama gayretinde bile bulunamamışım. 
Serbest kalmak istemişim belki, özgür olmak, yeniden başka bir şeylere inanmak. 
Olur ya, belki de o an için, sadece bir kaç saniye için inandığım her şeyin tam bir kurmaca olduğunu düşünmüşüm. 
Gitmişim, dinlemişim, inanmışım, yaşamışım ve yine kendi inançlarıma geri dönmüşüm...
--------------------------------------------------------


Hayatı paylaşmayı severim çünkü hayallerine ulaşmaya çalışırken arkasında iz bırakan bir tek ben değilim. 
Ayak izlerimizi paylaşalım isterim.
Anlamadığımızı sorup, anlayanların anladıklarını yeniden anlamlandıralım isterim.
"Mükemmel" değilim ve bunu kanıtlayacak şeyler yapmayı severim. 
Nasıl mı?
Hata yaparım, bilirsin...
Okuduğum kitaplardan birinde geçen bir konunun başlığı şu şekildeydi;
"It's better to regret what you have done than what you haven't." Paul Arden
Yani hiç bir zaman "mükemmel" olacağına inanmadığım İngilizcemle çevirecek olursam;
"Ne yaptığınız yüzünden pişman olmak, ne yapmadığınız yüzünden yaşayacağınız pişmanlıktan daha iyidir."  Paul Arden
Daha iyidir, çünkü yaptığın her hata seni daha farklı bir insan haline dönüştürür.
Olumlu veya olumsuz olabilir sonucu belki ama,
Sen daha emin olursun şekillendireceğin hayatın ve karakterinle ilgili konularda.
Hata yaparım, bilirsin...
Hem de inandığım şeyler uğruna sonuna kadar hata yapabilirim. 
Çünkü ben onlardan değilim.
Uzaktan görüp, yaşıyormuş gibi yapmaktan hoşnut olacak bir yapım yok malesef ki.
Gerçeğe ulaşmalıyım, dokunmalı, koklamalı, kendi dünyamda hissetmeliyim ki gerçekten yaşamış sayayım kendimi.
Özenti yaşamlardan sıkıldım artık. 
Kandırılmaktan ve düşüncelerimle birlikte kaldırılamamaktan da...
Farklı bir hayata sahip olmak isteyip de aynı kararları alıp duran insanlardan sıkıldım.
Yeri geliyor, bu insanlar dediğim kavram, aynada gördüğüm büyümüş de küçülmüş bir kız çocuğu veya az çok bir şeyler deneyimlemiş genç bir kadın da olabiliyor.
Hangisi işime gelirse 'o' oluyorum işte.
                                            Sorun ne biliyor musun?
Tek bir şerit yok yürüdüğüm yolda. 
Ama bomboş da değil bu yolum aksine... 
Limon ağaçları var çünkü; 
Ekşi bir yaşamın, tatlı bir simgesi gibi. 
Zeytin ağaçları var mesela; 
Barışın habercisi, ama daha çok lezzetli bir savaş gibi... 
Hayat dediğim, hayatım dediğim de tam da bu noktada bana göz kırpıyor sanki...


Sorun ne biliyor musun?
Bütün bu sorunları yaşamaktan büyük bir haz alıyormuşum gibi geliyor.

 Sahiplenmişim dünyamı, düşüncelerimi.
İnançlarımdan uzaklaşırken hiç farkına varmadığım gibi, 
Onları yeniden hayatıma sokarken de hiç farkına varmamışım.
Kendiliğinden olmuş,
Bütün gerçek şeylerin kendiliğinden olduğu,
Bütün büyülü şeylerin aslında biz farkında olmadan hayatımızda var olduğu gibi.
"Mükemmel" değiliz,
En azından ben değilim...
Ve şu ana kadar hissettiğim hiç bir duygu beni bu kadar ferahlatmamıştı.
Tıpkı bir dostumun rast gelip bizimle paylaştığı, bir kolu eksik olmasına rağmen etrafına ışık saçan bir denizyıldızının içindeki ferahlık gibi.
(Beş tane kolu vardır denizyıldızının ve kollarından herhangi birini kendini savunmak uğruna vücudundan ayırabilir. 
Çünkü bilir ki yenilenebilir...)



Sorun ne biliyor musun?
Sen elinden geldiğince ufka bakıyorsun ve bu bazılarını deli ediyor.

Sen kendini bir şekilde asimile olmaktan kurtarmaya çalışırken,
Hayallerin uğruna bir kaç tane elbiseni kesip biçip, daha sonrasında gardrobunu yenilerken,
Birileri senin üzerine hiçbir zaman oturmayacak bir elbise giydirmeye çalışıyor.
Sen hata yapıyorsun ve bununla için rahatken,
Birileri senin hatalarından kendine ders değil, pay çıkarıyor.
Sen "mükemmel" olmadığını gururla söylerken
Birileri sadece -miş gibi yapıyor.
Durum böyle olunca derin bir nefes alıp,
Yüzüne alaycı bir gülümseme yerleştirip,
Bu kez vazgeçmeyeceğin inançların ve karmakarışık çizgilerinle dolu yol haritanla,
Yolculuğuna devam ediyorsun....