27 Temmuz 2014 Pazar

" Alışıyorsun zamanla, asla bitmiyor."




Sessizsin aslında. 
Pek de çaktırmayan bir yapın var senin dünyanda olan biteni.
Doğrusunu yapıyorsun,
Çünkü güvenemiyorsun şimdilerde herkese eskisi gibi.
Büyütüyorsun bazen içinde ama aslında bir hiçmiş her şey sanki.
Kendinle konuşuyorsun çoğu zaman
En güzel cümlelerini kendine kurduğundan belki,
Seni iki lafı bir araya getiremeyen biri sanıyorlar, takmıyorsun gerçi.
Belli ki çok şey biriktirmişsin şimdiye kadar;
Köklerin çok eskiye, saray soylarına uzanmıyor olabilir ama
Köklerin sımsıkı sarılıyor sana...
Çünkü vazgeçemiyorsun doğru veya yanlışından.
Çok kırılmışsın belli,
Çok kırılmayı geçtim de anlaşılamamışsın ve en çok bu mahvetmiş yazdığın hikayeyi.
Hikaye çok güzel gitmiyormuş ve esasında senin yazdığın hikayenin özelliği buymuş. 
Çok güzel olmayan hikaye.
Kararında güzel hikaye.
Hiç güzel değil hikaye.
Nasıl söylersen başlığını öyle söyle.
Bu yetecekmiş sana .
Ama onlar biraz daha iyi olsun istemişler.
Hep daha iyi bir hikaye yaz istemişler ve dengeler orada değişmiş işte.
Zorlamaya başlamışsın kendini
Onlar da kendilerini…
Derken boş kalmış kalıbın içi.
Sen hikayeni de alıp çekmişsin, gitmişsin….
O an kimsenin umurunda olmamış yolda kalan izin. 
(Bir şeyler yapmak için izin istediğin zamanları hatırlıyorsun şimdi değil mi?)
Boşveeerrr
Ne yaşadın ne yaşattın bilmiyorum ama geçiyor
Tamam gerçekçi olalım geçmiyor, ama sen yaşadığın ve yaşattığın şeylerle yoluna devam etmeyi bir şekilde öğreniyorsun.
Hayallerin gerçekleşmedi diye başkalarını değil, suçlaman gereken kişiyi suçlamaya başlıyorsun.
Kendine karşı hiç olmadığın kadar şefkatli davranabiliyor ve aynaya baktığında acımasız olabiliyorsun.
Bu öyle bir süreç ki,
Kimi zaman ne yaptığını bilmiyorsun.
Geceye şarapla başlayıp, birayla devam edip, bir türlü sarhoş olamayıp,
 Ayılmak için içtiğin bir kahveyle körkütük mutsuz oluyorsun.
Bunu sen yapıyorsun ve her seferinde bir daha olmayacak diyorsun… 
Olacak
Bir daha mutsuz olacaksın ve sonra bir daha mutlu olacaksın.
Bazen de arafta kalacak, ve ne hissettiğinin farkına varamayacaksın.
Ama bunları hep yaşayacaksın..
Bu bir döngü ve sen seçtiğin tek bir duyguyu yaşayabilecek kadar lükse sahip olmayan bir insansın
Ben de öyleyim, ayrım yok
-------------------------------
Bakma bana öyle pişkin pişkin, bilgin bilgin
Sen de içten içe dipte olduğunu biliyorsun ve de yaralarını saramadığını…
Sadece geçmiş gibi yapıyorsun; merak etme, bizim aşağıdaki kedi de doymuş gibi yapıyor…
İnan bana tarih her daim tekerrür etmekle kalmıyor, kırıklıklar, üzüntüler, trajediler tekrar tekrar yaşanıyor...

"Bitmiyor, sadece bazen- belki güneşli bir günde veya kalabalık bir gecede- geçtiğini sanıyorsun ama geçmiyor esasında. Alışıyorsun zamanla, asla bitmiyor…" 
Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali






18 Temmuz 2014 Cuma

"Parmaklarım tuşlara damladığı sürece, ben buradayım, sizlerleyim." diyor Umut Özbek.

"Parmaklarım tuşlara damladığı sürece, ben buradayım, sizlerleyim." diyor Umut Özbek.
Ne büyük bir mutluluktur ki, ben daha lise yıllarındayken tanışmıştım kendisiyle.
Yetenekli bir piyanisti, farklı bir sesi dinlemenin yanı sıra; samimi, eğlenceli ve bir o kadar da pozitif olan kişiliğini tanıma fırsatı da bulmuştum. (Bu arada bizi tanıştıran güzel mi güzel bir kız annesi, aile dostumuz, sevgili Duygu ablacığıma da teşekkürü bir borç bilirim:))
   Üniversiteye girişimle beraber İstanbul'a taşınmış olsam da, ne zaman Antalya'ya gitsem, ilk işim sevgili Özbek'e hangi akşam, nerede sahne aldığını sorup, onu dinlemeye gitmek ve hatta mümkünse sohbet edebileceğimiz bir zaman yaratmaktır.
  İşte bu seferki Antalya ziyaretimde de, şansımı biraz zorladım ve kendisini İstanbul'da yakalamamız biraz zor olacağı için, röportaj fikrimi hemen onunla paylaştım. Neyse ki beni kırmayıp teklifimi kabul etti ve Dedeman'daki Shakespeare Bistro'da buluştuk...  Zaten kendisinin web sitesinden (http://umutozbek.com/) öğrenebileceğiniz tarzdaki soruları dönüp dönüp ona sormamın bir anlamı olmayacağını düşündüğüm için röportaj sorularını kısa, öz ve farklı kılmaya karar verdim:)




 Öncelikle okuyucularımızın sizi biraz tanıması adına, sizin kendinizi ve yeteneklerinizi keşfetme sürecinizden bahsedelim. 





Herkes hayatının bir noktasında böyle bir sürece giriyor ister istemez. Sizin sanat hayatına adımınızı atma süreciniz nasıl oluştu?

  Çok enteresan bir dönemdir. Aslında benim hayatımı şekillendiren  bir dönüm noktası olmuştur o. Bir gün orta birdeydim ve yaklaşık 11 yaşındaydım çünkü ilkokula erken başlamıştım. Eve geldim ve evde bir yer değişikliği gördüm, mobilyaların yeri değişmişti. Ne geldi ki oraya diye kafamı uzattığımda salona, bir tane piyano alınmış olduğunu gördüm. O zaman Milliyet Gazetesi'nin bir kampanyasından babam eve bir piyano almıştı, bir konsol piyano. Bu benim için çok büyük bir dönüm noktasıdır. Neden? Çünkü zaten çok seviyordum, müzik aletlerine karşı bir ilgim vardı, bebekliğimden beri çay karıştırılırken, çayın köpüğü bile döndüğünde "nay nay" deyip oynarmışım. Böyle bir merakım vardı müziğe karşı ve ben o günden sonra piyanonun başına oturup, hiç bir şey bilmememe rağmen, tek parmakla bir şeyler çalmaya, melodiler bulmaya çalıştım. Sonra bunu iki yaptım, sonra üçüncü parmak oldu, dört parmak oldu derken, işte yemeğe çağırdılar gitmedim, başka bir şey oldu yapmadım, dışarıda belki gidip eğlenmem, oynamam gerekirken evde piyanonun başından kalmadım ve kendime bir idol edindim. Bir piyanistin çaldığı bir müzik klibi hatırladım, kimdi bu diye düşünüp araştırdığımda Elton John ismine ulaştım. Bu ismi incelemeye başladım gittim albümlerini aldım, o zamanlar tabi CD ler yeni yeni ortaya çıktığı için kasetlerini aldım, neler yaptığını incelemeye başladım. Bu kişinin sadece piyanosunu duymakla kalmadım, onun parçalarını dinledikçe armoniyi de çözmeye başladım. Bas gitar ne yapmış, sol elde neye basarken, sağ el neye basmış, nasıl gidiyor, geçişler, akorlar derken yıllar içinde kendi kendime on parmak çalabiliyor ve beste yapabiliyor duruma geldim. Zaman zaman kızıp yapamadığım şeyler oldu, kapattım kalktım başından, sonra bir daha oturdum başına derken konservatuvara 15 yaşımda girdiğimde ki şan bölümüne girdim, ben belli bir seviyede zaten piyano çalıyordum konservatuvara girdiğimde. Yan ders olarak piyano vardı ve piyano hocam, sen kiminle çalıştın, dedi. Kimseyle çalışmadığımı söylediğimde bana inanmadı ve ısrar etmem gerekti bir kaç kez hocamı inandırabilmek için. Onun da bana söylediği çalışımın dışında, piyanonun pedallarını bile bilinçli kullandığımdı, bunu kim öğretti sorusuydu, en sonunda ikna edebildim:) Bu benim için bir dönüm noktasıydı çünkü şu an, piyano çalıyorum, piyanoyla ilgili pek çok konserlerim, öğretilerim, derslerim oluyor ki şan bölümü okumuş olmama rağmen... Şan bölümü okurken konservatuvarda kendi aryalarımı çalıp söyledim, opera konserleri verdim; normalde piyanistler eşlik eder operacılara, ben kendim çalıp kendim söylüyordum. Sonrasında 1999 yılında Antalya Operasının sanatçısı olarak profesyonel hayatıma da adım attım ve beste yaparak, gerek operada gerekse dışarıda çalıp söyleyerek, bestecilik, aranjörlük yaparak bugüne geldim.



-Aslında gözlemlediğim kadarıyla canlı müzik yaparken sizi dinleyen kesime, çaldığınız mekana odaklı olarak, repertuvarınızı şekillendirebiliyorsunuz. Peki ya piyanonun başına geçtiğinizde, dinleyici sadece siz olduğunuzda, Umut Özbek kendisi için hangi parçaları çalıyor, hangi sanatçılardan vazgeçemiyor?

  Tabi az önce de belirttiğim üzere, en başta Elton John benim için bambaşka bir insan, müzisyen ve benim hocam da aynı zamanda. Çünkü piyanoyu, armoniyi, bir çok şeyi onun çalışından, yaptıklarından öğrendim. Ondan sonra etkilendiğim insanlar arasında Eric Clapton var, Sting var. Yerli müzisyenlerden Fatih Erkoç var, gerek yaptığı besteleri, gerek birden fazla enstrüman çalıyor oluşu düşünüldüğünde gerçekten o da harika bir müzisyendir. Bunun gibi bir kaç tane idolüm olabilecek, çalmaktan vazgeçemeyeceğim müzisyen elbette var.

-Bu arada siz Antalya Operasındaki  profesyonel hayatınız dışında, zaman zaman Antalya'daki çeşitli mekanlarda da sahne alıyorsunuz. Aslında tek kişilik dev kadro gibi bir haliniz var. Ben de bir çok konserinizde bulunma şansını yakaladım:) Okuyucularımızın da bilgisi olması açısından, hali hazırda Antalya'da ne zaman, nerelerde sahne alıyorsunuz onlardan bahsetsek?



  Yani sahne alma işi çok değişik bir şey. Sezondan sezona değişiyor ve bazen bir kaç yerde birden sahne alabiliyorsunuz, bazen de tek bir yerde. Kışın program daha yoğun oluyor. Bu yaz perşembeleri Irish Pub'ta çalıyorum sadece fakat Eylül, Ekim aylarıyla birlikte programlar salı ve perşembe olacak yeniden. Sezon içinde, kış sezonlarında otellerde çalabiliyorum, bir süre Antalya'da Stella's Restorant'ta da çaldım. Sheraton Otel'de uzun bir dönem çaldım ama şu an 2014 yazı itibariyle Irish Pub'tayım.



-Yakın zamanlardaki planlarınızda Antalya dışında bir yerlerde de çalma düşünceniz, size gelen teklifler var mı? 

  Zaman zaman oluyor tabi ki teklifler gelebiliyor ama çeşitli kriterler doğrultusunda sonuca ulaştırmak da çok önemli oluyor. Şu an için net bir şey görünmüyor fakat eskiden katıldığım etkinlikler var tabi; Rusya'ya bile gittim iki kere konsere; bir kere Jazz Festivali için, bir kere de solo konser vermek için.

-Eğer siz, yeni bir nota keşfetmiş olsaydınız, bu notaya ne isim verirdiniz?

   Normalde notaların isimleri belli tabi ki siz farazi soruyorsunuz. Sanırım "nefes" ismini verebilirdim. Çünkü müzik yaptıkça nefes alıyorum, ruhum besleniyor. Bu yerine göre beni hayata bağlayan bir şey de oluyor çünkü ben yaptığım işi çok seviyorum, zaten bir aşkla başladı bu 11 yaşımdan beri.

-İnsan hayatını pişmanlıklarla, keşkelerle yaşamamalıdır tabi ki ama yine de bazen “keşke” dediğimiz zamanlar da olmuyor değil. Daha önceden yapmayı planladığınız, bir türlü fırsatını bulamadığınız, ya da bulduğunuz fırsatı değerlendiremediğiniz zamanlar oldu mu hiç hayatınızda?

Aslında oldu ama biraz değişik bir "keşke"ydi bu. 2001 yılında İzmir Efes'te Elton John konseri vardı ve ben o konsere seyirciler içeri alınmadan çok önce girmiştim, bayağı önde de bir yerde duruyordum. Daha sonra beraber geldiğim arkadaşlarımdan biri bana dedi ki "Konser biter bitmez, fırla git Elton John'un yanına". O zaman tabi benim için Elton John çok büyük yerlerde olduğundan, kesin korumalar vardır, hiç öyle herhangi birinin herhangi bir şey yapmasına izin vermezler olur mu hiç, veya işte onun yaptığı işe saygısızlık olur filan diye düşündüğümden dolayı böyle bir şey yapmadım. Bunun bir kaç nedeni vardı tabi benim önüme bir kaç tane sandalye konulmuştu, benim onun yanına geçmem biraz zor olurdu ancak öyle bir şey yapmış olsaydım o konserin DVDsi bütün dünyada yayınlandı ve çok çok büyük ihtimalle o 2001 yılından beri yayınlanan DVDnin içinde ben de olmuş olacaktım ve bu belki de Elton John ile benim aramda oluşabilecek bir iletişimi ateşleyecekti, farklı kapılar açacaktı belki. Bu benim içimde kalmış bir şeydir. Keşke yapsaydım derim çünkü o konserin DVDsi şu an elimde var ve ben oradaydım filan deyip izliyorum her seferinde. Keşke hakikaten sahneye fırlayıp adamın yanına gitseymişim.

-Çok klişe bir sorudur belki "İlhamı nereden alırsınız?" diye sormak ama benim sorum biraz farklı. İlhamın  ne zaman, nasıl geleceği belli olmaz da, daha önceden yapmış olduğunuz besteleri düşündüğümüzde, sizi bir şeyler yaratıp ortaya koymaya teşvik eden şeyler nelerdi?

  İnsanın içindeki hislerle duygularla ilgili bir şeydir aslında ilham bana göre. Bazen bir çiçek görürsünüz oradan ilham alıp bir şeyler yapmak istersiniz. Bazen hiç bir şey yapmazken bir anda ilham gelir piyanonun başında otururken. Bazen de ve çokça zaman da aşktır. Bu çok değişkendir ama insanın içinden başka yerde değildir bence.


-Katıldığınız aktivitelerden bahsedelim. Okuduğum haberlerden öğrendiğim kadarıyla  yakın zamanda bir koşuya katılmışsınız ve gayet de başarılı bir sonuca ulaşmışsınız. Bu konu hakkında konuşalım mı biraz?

   Bu benim en yakın arkadaşlarımdan olan Burak Boşluk'un da teşvikiyle katıldığım, Redbull'un düzenlediği "Wings for Life" adında bir koşuydu. Türkiye'de bu koşuya sandalyeyle katılan tek kişi bendim ve biz 10 km koştuk, bir çok kişiyi de eledik. Sonra Türkiye erkeklerde 302. olarak yarışı bitirdim. Benim için çok çok güzel bir deneyim oldu. Bundan sonra her yıl yapılacak bir organizasyon bu. Ben de imkanım olduğu sürece hepsine katılmayı düşünüyorum.

-Tabi bu arada bu koşunun yurt dışı kategorilerinde, tekerlekli sandalyeyle koşu kategorisi olmasına rağmen, Türkiye'de böyle bir kategori yoktu ve siz ona rağmen bu yarışa katılmak istediniz.

  Evet maalesef... Zaten "Wings for Life"ın resmi sitesine girildiğinde bir çok ülkede tekerlekli sandalye kategorisinin olduğu görülebiliyor fakat bizim ülkemizde yoktu. Ben normal biri olarak kendimi kaydettirip tekerlekli sandalyeyle katıldım.

-Ne yazık ki ülkemizde bir çok şey talep edilmeden düşünülmüyor veyahut yapılmaya yeltenilmiyor. Belki de sizin talebinizle beraber önümüzdeki sene için yarışmaya bu kategoriyi de eklemeyi ihmal etmezler ve daha çok kişi de katılabilir. 

  Tabi böyle bir kategori konulduğu zaman parkuru da ona göre seçmeleri doğru olur.

-Siz bir şekilde önünüze çıkan zorlukların üstesinden gelmiş ve hayatınıza yine istediğiniz şekilde devam edebilmişsiniz. Belki de bu sizin içinizdeki enerji, yaşama sevinci ve olumlu düşünceyle ortaya çıkan bir durum. Ama bazı insanlar var ki ufacık bir olumsuzluk bile onların morallerini bozmaya yetebilir çünkü daha farklı bir şekilde düşünmeyi istemezler bile. Böyle zamanlarda kendini ümitsizliğe kaptıran insanlarla paylaşmak istediğiniz düşünceleriniz veya yorumlarınız var mı?

  Şöyle bir sorum var onlara; Tamam... Diyelim ki bir şekilde karamsarlığa kapılıyorlar, olumsuz düşünüyorlar ve kopuyorlar hayattan. Bunu yaparak ne kazanıyorlar?
İyi olanı yaşamak  mı bir şey kazandırıyor yoksa kötüyü düşünüp hayıflanmak mı?
Ben de büyük bir trafik kazası geçirdim ve hayatımda bir dönüm noktası olan bir şeydi. Başta bir kaç kere kendime "Niye?" dediğim zamanlar oldu. Çok uzun süreçler, günlerce süren bir şey değildi bu, ama oldu. Sonra mantıken düşündüğümde, "Hayat devam ediyor ve ben bunu, niye böyle oldu, neden bunlar yaşandı, diye sorarak kendimi iyileştirebileceksem, her gün sorayım" dedim kendi kendime. Ama hiç bir faydası yok kendinizi kapatıp hayattan uzaklaşıyorsunuz. Bu bana hiç mantıklı gelmediği için bu tarz düşüncelerden uzaklaştım. Hayat devam ediyor ve çok şükür yapabileceğim şeyler hala var diyerek hayattan zevk almaya başladım.

-Aslında bu benim gıptayla baktığım ve zaman zaman da bir türlü uygulayamadığım bir düşünce tarzı... Peki, hazır hayattan bahsetmişken, hayat ne için yaşanmalı sevgili Umut Özbek?

  Hayatın içinde pek çok güzellik olabilir sizi yaşamaya teşvik edecek. Açıkçasını söylemek gerekirse, aşk için son nefese kadar yaşanır.

-Ülkemizde sanatı gerçekten hissettiği ve sevdiği için takip eden bir kesim var, bir de sanatın, onlar göremeseler de hayatlarına neler kattığının farkına varamayan, varamadığı gibi bir de sanatın önünü kesmeye çalışan başka bir kesim var. Ben eskiden bu teraziye bakıldığında sanatsever kesimin daha ağır bastığını düşünürdüm ama günümüze baktığımızda bu düşüncemin pek de sağlam olmadığının bilincindeyim. Şu anda ülkemizin sanata karşı bakış açısı ne durumda?

  Maalesef geçtiğimiz şu son yıllarda, ülkemiz sanata verilen değer açısından pek iyi bir durumda değil. Hatta bu çok üzücü ki dünyanın başka hiç bir yerinde yok, hali hazırda olan sanat kurumları kapatılmaya çalışılıyor. Normalde ülkeler yeni sanat kurumları açabilmek için olanaklar sağlamaya çalışırlar çünkü sanat zaten ülke insanının ruhuna hitap eden, ruhunu besleyen bir şeydir en başta. Fakat bunun tam tersine kapatılmasına yönelik girişimler oluyor ve olmaya da devam ediyor. Bu çok üzücüdür ve insanın içinde bir yaradır açıkçası ülkemiz adına da. Ben sanatsız bir ülke düşünemem. Bu işin sadece bir kısmı. Öbür kısmına bakacak olursak, sanat bizim ülkemizde bir yerden değil beş altı yerden algılanıyor gibi geliyor bana. Bir kesim sanatı gerçekten sanat olarak algılıyor, görüyor, dinliyor ve saygı duyuyor; bir kesim ise ki bunları daha çok dışarıda görebiliyoruz zaten, sanatın sadece gürültülü bir müzikten ve eğlenceden ibaret olduğunu düşünüyor. İşte bangır bangır bir müzik çalsın, o eğlensin, öteki oynasın gibi algılanabiliyor sanat. Sanat tam tersine çok farklı bir şeydir ve bir çok da dalı vardır sadece müzik değil, bir tek o açıdan konuşmuyorum.
   Çok çok derin ve yoğun emek gerektiren bir şey, eğer gerçekten yapılmak isteniyorsa...

  -Bu ani ve bir o kadar da farklı röportaj için çok teşekkür ediyorum. Birbirinden değerli düşüncelerinizi, samimi yorumlarınızı paylaştınız bizlerle. Umuyorum tekrar Antalya'ya geldiğimde sizi dinleme fırsatı bulurum.

 Ben de çok teşekkür ediyorum, çok güzel bir röportaj oldu benim için de...





Umut Özbek ile yaptığımız görüşmemizin sonunda, ondan bizim için bir kaç şarkı önerisinde bulunmasını istedim.
İşte Umut Özbek'in Sorgusuz-Sual(siz) takipçileri için önerdiği bu akşamın parçaları;

Elton John- Your Song
Ray Charles- A Song For You
Lara Fabian- Adagio
Michael Jackson - Man in the Mirror
Idina Menzel- Brave
Beyonce- Listen
Michael Bolton- A Love So Beautiful

Sizler için bu şarkıları içeren küçük bir playlist de oluşturdum :)
http://www.youtube.com/playlist?list=PLnIbEDSK_1KItyuAlUc0uL1OtgPUjX6C-


Bu arada Umut Bey parça önerisinde bulunur da ben bulunmaz mıyım?
Kendi bestesi olan "Yağmur"u dinlemenizi öneririm.
http://www.youtube.com/watch?v=dLP0TBQ8TUs

Not: Kendi ismim diye üzerime alındığımdan söylemiyorum ama çok anlamlı:)

Yaz aylarında Antalya'ya yolu düşenler için son bir kaç cümle;
Perşembe akşamları Irish Pub'ta saat 22:45 i gösterdiğinde, sizi farklı yorumuyla bambaşka düşüncelere ve dünyalara götürecek olan Umut Özbek farkını kaçırmayın derim;)